Saatlerce
anlatın, karşınızdaki en yakınınız olsun… Fark etmez… Anlattıkça sadece rahatlarsınız. Hissettiğin rahatlama ise sadece “o anda” kalacaktır.
Hiçbir iç dökme girişimi yoktur ki, insanı olayın muhatabıyla karşı karşıya getirmediği sürece amacını bulsun.
O
yüzden sevmem çok anlatmayı. Anlattığım kısım hikayedir. Özünü saklarım kendime. Benim için “damdan
düşenin halini damdan düşen” de anlamaz.
Çünkü her damdan düşen farklı çeker acısını. Şimdi bir bomba patlasa yanımızda,
hepimiz ayrı tepki veririz. O zaman kimse bana “anlıyorum” demesin.
O
yüzden “anlıyorum” demenin “baştansavıcılığı”
yerine “inanıyorum” demenin sahiciliğini severim.
Bu
arada “baştansavıcılığı” gibi düşük bir kelime için üzgünüm. Düşük kelime ne
demek onu da bilmiyorum ama böyle kelimeler hayat kurtarır.
Konuya
dönmem gerekirse çok güvendiğiniz bir arkadaşınıza, ailenize ya da tavsiyesine her zaman ihtiyaç duyduğunuz bir
büyüğe anlatın… Kafanızda kurduklarınızla
kalbinizi acıtan şeyleri dillendirin elbet. İçinizde tutmayın haklısınız. Ama
lütfen unutmayın; herkes kendi yaşadığını bilir. Herkesin hikayesi ayrıdır.
Hikayeler
anlatmak içindir. Her yiğidin hikaye anlatışı farklıdır.
İnsanın
hikayesindeki ektiğiyle biçtiği arasındaki dengedir önemli olan… Ki bu
da yazının başlığının ikinci kısmına tekabül eder.
Bu
aralar yapmamam gereken bir şey yapıyorum.
“Bunca yolu yürüdüm sonunda hiç mi güzel bahçe yok” diye soruyorum.
”Ben ki tünelin ucundaki ışığı bilirim. O
tünelden çıkmayı da… Ama insanım ve nankörüm. Daha da isterim”
diyorum…
Mükafat
bekler gibiyim…
Ektiğimi
artık ne kadar büyütmüşsem koskoca bir bahçe istiyorum demek ki.
Allah’ın
sabrına hayranım! Dünyada benim gibi milyonlarca “artık hakettimci” var diye
düşünürsek… Hayranım…
Bir
düşük kelime daha “hakettimci!”
İlahi
adalete inanın. Ne ekerseniz onu biçersiniz sonuna kadar inanın…
Ama
bırakın da Allah ne derse o olsun.
Bırak
be Gözde..
Not:
Anlatmak
isterseniz her zaman buradayım.
İnanırım…
Kalbimle inanırım…