7 Ekim 2014 Salı

Kafamdaki tilkiler için tüm hayvanseverlerden özür dilerim.


Benim tilkiler bayram dinlemez, tatil bilmez…

Bazen çok zor oluyor…

 

O yüzden yazmaktan vazgeçtim şu an.

 

Ben çok güzel vazgeçerim…

Bilen bilir. Bilmeyen de kendi gibi bilmeye devam eder.

Üç noktalar hiç bitmez…

 

 

Herkese iyi  ” yarım” haftalar…

 
İyi şeyler  olursa bir haber edin de sevineyim…

 

Sevgiler…

 

 

Gözde

1 Ekim 2014 Çarşamba

anla artık


Bazen hayatın sana sunduğunu “kibarca” kabul etmek gerekir.

Mesajı almak... Yoluna bakmak…

Başkalarının yardımına ihtiyaç gerekir…

Yükünü azaltmak…

 

Ne oldu?

Kendin olmaktan mı çıktın?

Korkma…  etmezsin “eyvallah”

 

Bazen değişmek gerekir…

Yine kendin olarak değişmek…

 

Hem kendin olacaksın hem de değişeksin…

Ne zor değil mi?

Korkma…

Evi tadilata aldın diye yaşadığın yuvadan olmazsın.

 

Anla artık biraz.

 

Yollar bitmedi.

Sadece artık başka yerlere gitmelisin.

Başka yollara…

 

Korkma…

Gittiğin yol başka diye kendinden olmazsın.

 

 

Ama anla artık.

 

Not:

Yukarıda yazdıklarımın öznesi sensin.

Korkma.

 

Cümlelerin değişiyor diye ana fikirden olmazsın.

 

 

Sevgiler…

20 Eylül 2014 Cumartesi

Başkasına ait olanı belirlemek ve "anlar" üzerine.


Söylediğimiz ya da söylemediğimiz hatta söyle(ye)mediğimiz…

Yaptığımız ya da yapmadığımız hatta yap(a)madığımız…

 

Tek kelime… Tek hareket… Herhangi bir eylem…

 

Akibetimizi belirlediğimizi sanırız. Kendi kaderimizi çizdiğimizi… Tek saniye,  belki bir an… Tüm hayatımızı etkileyecektir biliriz.

 

Hepimizin böyle anları olmuştur eminim. Olay sırasında ,sıcağı sıcağına, farkına varmayız lakin belli bir süre geçtikten sonra o ufacık “an”, o tek “kelime” belki “kısa bir konuşma” ya da eylemin kendi her ne ise çok şeyi değiştirmiştir, anlarız.  Değişenin, yeni olanın olumlu ya da olumsuz özelliğinden bahsetmiyorum. İyi ya da kötü bir şeyler değişir. Biz yaparız, biz değiştiririz. Hayat bizimdir.

 

Mesela ben…   Tek saniye ile kaçırdığım fırsatlar oldu benim…  Yapmadığım bir konuşma çok farklı yerlere getirdi beni ya da verdiğim bir kararla hayatım değişti. Söylediğim tek kelime işleri yüz seksen derece ile tanıştırdı hatta insanların pişmanlıkla karıştırdığı aslında “şimdiki aklım olsa yapmam”  dediğim şeyleri yapıp bugünüme selam çakmışımdır eminim…

E ben de insanım. Her ne kadar bu blog  “genelde olanla” ilgiliyse de ben de o genelin içindeyim. Her şey benim için de geçerli ama aynı ölçüde benim dışımda olabilir...

 

Kendimden çıkıp insanoğluna dönecek olursam,  şunu söylemek istiyorum…  Asıl konu ne biliyor musunuz? İnsan sadece kendi hayatını değiştiren “anlar” yaşadığını zanneder durur ya. İşte yine yanılır. Yine bencillik yapar – ben de yapmışımdır, bunu da yapmışımdır elbet-

 

İnsan o “anlarla” başka insanların  kaderini de belirleyebilir. Üstelik ve ne yazık ki başkalarının hayatına dokundukları “o anlardan” habersizdir çoğu zaman. Sizin için yaşadığınız binlerce günün içinden sıradan bir gün ,  söylediğiniz milyonlarca kelimenin içinden aklınızda kalmayan anlamsız bir “kelime” , yapmadığınızın farkında bile olmadığınız ve gerçekten de yapmadığınız  yada tam tersi yaptığınızdan bir haber  yaptığınız herhangi bir “şey”…  Söylemeye üşendiğiniz bir “söz” bile… Bir hayatı deler geçer…  Bir hayatı alır en güzel yere koyar...

Bu durumu sadece olumsuz algılamayın lütfen.  Yine kendime dönersem,  benim için hayati önemi olan bir şey söylediğinde hiç tanımadığım biri bile olsa sarılmışlığım vardır.  O kişi için her gün yaptığı bir konuşmadır da benim aylardır beklediğim sözlerdir…

Yani demem o ki bu başkalarının belirlediği anların sonuçlarını sadece olumsuz tarafından almayın. Bu uyarıyı da yapıyorum çünkü ben genelde her haltı olumsuz algıladığımdan herkesin de beni okurken olumsuz yanları çekip alacağını düşünüyorum. Yoksa okuyucumum zekasına ve kalbine güvenim sonsuz : )

 

Olumlu etkiler çok güzel, keşke hep olsa… Hepimiz bir hayata dokunsak da güzelleştirsek keşke… Farkında olmasak bile yapsak bunu. Ama… Gel gelelim kendimizden başka nefes alan yokmuş gibi yaşayıp, hoyratça davranmak ya da hiç bir şey yapmamak… Yapıp sonra yapmamak… Yapmak ama batırmak…

 

Tek bir an…

 

Senin için tek bir ”an” belli ki… Ama ya O?

Senin hayatının dönüm noktası başkasının da yolunu değiştirmiştir kim bilir?

 

 

Bu yazıyı okuduktan sonra yapacağınız ilk iş başka birinin kaderini etkileyebilir. Değişmeyen şeyler vardır. Değişebilecekleri etkileyebileceğini unutmadan yaşarsan daha acımasız olursun.

 

 

Olumlu ya da olumsuz…

 

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim,

 

 

Sevgiler…

 

 

Gözde

8 Eylül 2014 Pazartesi

Yeni Türkiye ve Bedava Hayatları


Ülkemiz  -çoğunluğun tabiri ile Yeni Türkiye’miz- insan hayatının ucuz değil bedava olduğu bir yerdir.

İstiklal’de yürürken başınıza cam düşebilir, trafikte -sırf size  sinirlendiği için- adamın biri gelip ensenize yumruğu yapıştırabilir, karşılık alamayan platonik bir “aşık” tarafından kurşuna dizilebilir, evliyken sahiplenmemiş fakat boşanınca “badem gözlü” olduğunuz eski eş tarafından üstelik çocuklarınızın gözü önünde katledilebilir, üniversite öğrencisiyken tatil dönemi üç kuruş biriktirmek için çalışmaya gittiğiniz inşaatta  “iş kazasına” maruz kalabilir , ekmek parası uğruna ter döktüğünüz  maden ocağında göçük altında kalıp  “kader” kurbanı olabilir,  durakta beklerken üzerinize bir belediye otobüsü çıkabilir ya da üst geçitte yürürken  damperli bir kamyon aracılığı ile yerle bir olabilirsiniz.

Herhangi bir korku filmi senaryosundan almadığım, birebir ülkemizde  yaşanmış bu  örnekleri çoğaltabilirim elbet. Lakin yazarken nefesim daraldı, okurken daha beter olun istemiyorum.  Muhtemelen akşam ana haber bültenini izlerken yeni örnekleri duyacaksınız.

Bu olaylara şahit olmanın verdiği üzüntü yetmezmiş gibi bunlarla ilgili hiçbir yaptırımın olmaması da beni çok üzüyor.  En kötü ihtimal birkaç yıl içerde yatar, iyi halden çıkarsın. En basitinden bir basın toplantısı düzenler  şirketini savunursun. En kolayı kendi kafana da sıkar bu dünyadan da  yaptığının cezasından da sıyrılırsın.  “Fıtrat” der geçersin en vicdansızından…

Şimdi biz ne yapalım? Kime kızalım… Bu olaylara sebebiyet veren, bu katliamları yapan insanlara ne diyelim? Ya da nasıl bir değerlendirme yapalım?

 Emrinde çalıştırdığı insanların güvenliğini düşünmeden,  ölümlerine sebebiyet veren şirketin patronu mesela? Nasıl bir açıklaması olabilir bu adamın?  Para hırsı mı? Kapitalizm mi?

Karısını katleden,basit bir sokak kavgasında karşısındakini öldüren adam cani mi sizce? Akıl sağlığı mı yerinde değil? Ya da biraz daha derine inelim, ailesi mi suçlu yetiştirirken?

Otobüs  şoförünün pervasızca  durağa dalmasının  izahı cehalet olabilir mi? Ya da damperini açan kamyon şoförü  dikkatsiz mi?

Ben bu tip olayların  “cehalet”  “dikkatsizlik” “delilik” gibi kelimelerle geçiştirilmesine karşıyım. Hangi dikkatsizlik bir insan hayatına mal olur ya da nasıl bir akıl noksanlığı sevdiği insanı yüz yerinden bıçaklatır insana? Ya da tüm bu insanlar cahil olabilir mi?

 

Kimse kusura bakmasın. Çok ağır cezalarla bu suçların yarıdan aza ineceğini düşünüyorum ben. Bir insanı katleden birini idam ederseniz ortada ne “cahil” kalır ne “deli” bence!  Çünkü bu insanların gayet bilinçli suç işlediklerine inanıyorum.  Çünkü katliam haberlerini izledikçe bunun meşruluğuna inanan yaratıklarla,  “Vay gidene, ertesi gün hatırlanmaz bile” anlayışına bel bağlamış, gözü paradan başka şey görmeyen vicdansızlar var bu toplumda.

Ama bir de çok güzel bir söz var.

“Balık baştan kokar!”

 

Suçları sıfırladık mı?

 

Valla kim neyi sıfırladı bilmiyorum ama insan hayatının bedelinin sıfır olduğu bir gerçek.

Yazık… Çok yazık…

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Eylül 2014 Pazartesi

Tarlanın ortasındayım.


Hayalimdeki bahçe, bildiğin “tarla” çıktığından beri düşünüyorum.

Kibir! Vardığım sonuç tam olarak da bu…

Yürüdüğüm yolun “uzun ve dikenli” olduğunu düşünerek,  o yolu “hakkıyla” tamamladığımı düşünerek, kısacası o  güzel bahçeyi “hak ettiğimi” düşünerek… Böbürlendim…

Yürüdüğüm yolun uzunluğunu bilmem de dikenler yeterince batmamış demek…

Bir önceki yazımda da  bahsettiğim gibi, Allah adına karar vermek ve Allah’ın bu model kullarına sabrı muazzam. Her şeyi  O’nun takdirine bırakmak ise beni durduran bir şey.  Son zamanlarda bu konuyla ilgili ciddi ve önemsediğim ölçüde yanlış anlaşılıyorum. Uzatıp okurken sıkılmanızı istemem, üstelik kendimi defalarca izah etmeye  ne halim ne de isteğim var ama son kez söylemek isterim ki “tevekkül” insanı tembelleştirmez. Tam tersine her şeyi layığı ile yapmaya devam eder sonucunu Allah’a bırakırsın .  Olmadığı noktadaki üzüntünse, eğer  bu inanç kök salmışsa içinde, bir noktada “kaldırılabilir” olur.  İşte bir devrik kelime daha! “kaldırılabilir”  Senin “kaldırılabilir üzüntün”  seni yolundan etmez. İşinden etmez. Arkadaşlarından etmez. Ailenden etmez. Sağlığından etmez. En işe yarar olanı ise seni senden etmez.

Şimdi soru…

Hala “tevekkül” diye diye her şeyi bıraktığımı mı düşünüyorsunuz?

Başka sorum yok.

 

Yolumdan dönmüşlüğüm yok,  hem tarla dediğin de ekilmek için değil midir? Belki güzel bir bahçem olacaktı ama hazıra konmuş hissedecektim. Şimdiyse tarlayı gönlümce ekerim.

Bilmiyorum… Belki de tarlayı iade edip dikenleri arttırma seçeneğine giderim. “Acı yok”  efsanesine  giren ben değil miydim? Al sana diken hem de en devesinden.

Bilmiyorum…

 

Ben hala yolun yeterince zor benimse yeterince yürümüş olduğumu düşünüyorum içten içe. Allah affetsin.

 

 

Yolda yürürken…

 

Size yapılan kötülüğü unutun. Kalbinizi karartmayın. Hakkınızı helal edin ve yüklerinizden kurtulun.

Eğer siz değişebileceğinizi düşünüyorsanız insanların da değişeceğine inanırsınız. İnsanların değişeceğine inandıkça O’nları değiştirmeye kalkarsınız. Lakin gerçek olan insanın değişmeyeceğidir.

Sevginizi  ve iyiliğinizi  abartmayın. Çünkü siz iyi oldukça sömürecekler  ve siz çok sevdikçe kıracaklar.

Söz vermeyin. Yapacağınıza yüzde yüz emin olsanız dahi lütfen söz vermeyin.

Hoyratça beddua, içiniz yansa da  “ah” etmeyin. İlahi adalet bu işi sizin adınıza yapar.

Size, kardeşinize, annenize ,babanıza,eşinize, arkadaşınıza yapılsa kızacağınız ya da üzüleceğiniz hiçbir şeyi karşınızdakine yapmayın.

Kompleksten uzak, komplekslilerden iki kere uzak olun.

Kıskanmayın. Kimseyi  kıskanmayın. Kıskançlık havadaki nem gibidir. İnsana yapışır. Ve sadece O’na sıkıntı verir.

İnsanların güzelliklerini dillendirin. Kişiyi iyi hissettiren daha etkin bir iletişim bilmiyorum.

Herkesin duygularını yaşama ve ifade biçimi farklıdır. İnsanları kendi algınızla değerlendirdiğiniz sürece mutsuz olacaksınız.

Kimseden bir şey beklemeyin. Sizin en büyük belki de tek kahramanınız sizsiniz.

Bir kalpte merhamet varsa gerisi teferruattır. Merhametinizi hatırlayın. Merhametinizi hissedin. Merhametinizi gösterin. Merhametli olun diyemem çünkü merhamet sonradan kazanılan bir erdem değildir. Doğuştan ya vardır ya yoktur. Merhametle ilgili her söz ona sahip olanları bağlar. Diğerleri dünya üzerindeki canavarlardır. Ve canavarlar hakkında konuşulmaz. Hiç değilse bu blogta!

Dünya üzerinde, aklınıza gelebilecek her ilişkinin temeli sevgidir. Saygı sevgi sayesinde gelişir. Sevgi her şeyin anahtarı, çaresi, sebebi ve sonucudur.

Cesur olun. Cesur olamayan   sizi suçlu hissettirir.

Sizi mutlu eden şeyler yapın.

Ağlak insanlardan uzak durun. Karamsar olmak bir mizaç meselesidir. Gerçekçi olmakla paralel gider.  Ağlaklık ise karamsarlık adı altında  kişinin etrafındakileri  dibe çekme isteğidir.

Olumlu düşünün. Korktuğunuz her zaman başınıza gelir.

Adaletli olun. Tüm köylerden kovulacağınızı bilseniz de doğruyu savunun.

Gerçekçi olun. Hayal kurmak için kirli bir dünyadayız. Hayallerinizin altında kalmayın.

Dibe vurmaktan korkmayın. Hayatı boyunca su üstünde olan kimse yaşamamıştır. Dibe vurun. Dipte durmayın.

Her şey “nasılsın?” sorusu  ile başlar. İnsanlara nasıl olduklarını sorun. Sormak için değil önemsediğiniz için sorun.

İnsanları önemseyin. Sizi önemseyenleri daha da önemseyin. Kimsenin duyguları ile oynamayın. İnsanların duygularıyla oynamak en büyük kul hakkıdır.Haklar helal edilir elbet fazla yük… Lakin siz başınızı yastığa huzur içinde koyar mısınız… İşte asıl nokta bu. Kimsenin hakkını almayın.

 

 

Uzun ve dikenli “o” yolda yapılması gerekenlerin bir kısmı bunlar… Aklıma gelenler… Ailemizin öğrettiği,  büyüklerimizden duyduğumuz, kitaplardan okuduğumuz … Hepimizin bildiği…

 

 

 

 

Şimdi soru…

Tüm bunları yapabildiğimi mi zannediyorsunuz?

 

Tarlanın ortasındayım diyorum.

Başka cevabım yok.

 

 

 

 
Sevgiler,

 

Gözde

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Herkes yaşadığını bilir, insan ektiğini biçer.


Saatlerce anlatın, karşınızdaki en yakınınız olsun…  Fark etmez…  Anlattıkça sadece rahatlarsınız.  Hissettiğin rahatlama ise sadece  “o anda” kalacaktır.

Hiçbir iç dökme girişimi yoktur ki, insanı olayın muhatabıyla karşı karşıya getirmediği sürece amacını bulsun.

O yüzden sevmem çok anlatmayı. Anlattığım kısım  hikayedir. Özünü saklarım kendime. Benim için “damdan düşenin halini damdan düşen”  de anlamaz. Çünkü her damdan düşen farklı çeker acısını. Şimdi bir bomba patlasa yanımızda, hepimiz ayrı tepki veririz. O zaman kimse bana  “anlıyorum” demesin.

O yüzden  “anlıyorum” demenin “baştansavıcılığı” yerine “inanıyorum” demenin sahiciliğini severim.

Bu arada “baştansavıcılığı” gibi düşük bir kelime için üzgünüm. Düşük kelime ne demek onu da bilmiyorum ama böyle kelimeler hayat kurtarır.

Konuya dönmem gerekirse çok güvendiğiniz bir arkadaşınıza, ailenize ya da tavsiyesine her zaman ihtiyaç duyduğunuz bir büyüğe  anlatın… Kafanızda kurduklarınızla kalbinizi acıtan şeyleri dillendirin elbet. İçinizde tutmayın haklısınız. Ama lütfen unutmayın; herkes kendi yaşadığını bilir. Herkesin hikayesi ayrıdır.

Hikayeler anlatmak içindir. Her yiğidin hikaye anlatışı farklıdır.

İnsanın hikayesindeki  ektiğiyle  biçtiği arasındaki dengedir önemli olan… Ki bu da yazının başlığının ikinci kısmına tekabül eder.

Bu aralar yapmamam gereken bir şey yapıyorum.  “Bunca yolu yürüdüm sonunda hiç mi güzel  bahçe yok”  diye soruyorum.
”Ben ki tünelin ucundaki ışığı bilirim. O tünelden  çıkmayı da…  Ama insanım ve nankörüm. Daha da isterim” diyorum…

Mükafat bekler gibiyim…

Ektiğimi artık ne kadar büyütmüşsem koskoca bir bahçe istiyorum demek ki.

Allah’ın sabrına hayranım! Dünyada benim gibi  milyonlarca “artık hakettimci” var diye düşünürsek… Hayranım…

Bir düşük kelime daha “hakettimci!” 


İlahi adalete inanın. Ne ekerseniz onu biçersiniz sonuna kadar inanın…

Ama bırakın da Allah ne derse o olsun.

Bırak be Gözde..



Not:

Anlatmak isterseniz her zaman buradayım.

İnanırım… Kalbimle inanırım…
Sevgiler,

7 Ağustos 2014 Perşembe

"Nereden geldi aklına?" deme... Bir bildiğim var elbet...


Bir şeyi çok istemekle bir şeyi gerçekten istemek aynı şey gibi görünse de aslında ve de işin “özünde” farklıdır.

Çok istemek kişiyi eyleme götürür. Sürekli bir çabalama içinde olursunuz.  Hırsa dönüşür, yarışa benzer. Biraz derin düşündünüz mü çok istemek içi boş temeli çürük bir olaydır aslında.

Gerçekten istemekse durdurur. Gerçekten istemek artık “Dua’ya” dönüşmüştür. Gerçekten isteyen insan hiçbir şey yapmaz. Yaptıkları yetmiş, çaba bitmiştir. Bundan sonrası tevekküldür. Olanı da olmayanı da kabul etmek...  Burada önemli bir nokta vardır ki kabullenmek ve de eylemleri bitirmek,  artık istememek anlamına da gelebilir.  İstediğinin daha manevi ve derin bir bağa dönüştüğünü ya da tamamen bittiğini idrak edebilecek olan da ancak olayın öznesi yani kişidir.

Tabii bu kabul etme meselesi oldukça üst bir seviye.  Çünkü her ne kadar dilinde  “kabullendim” olsa da, insan içten içe reddeder. Hala sorgular ve eylemlerine devam eder. Gizliden... Kabullenme zaman ister. Ve hatırı sayılır bir “erdem” . Bu erdemin sermayesi de sabırdır.

“Şimdi yine nerden çıktı bu felsefik yazı?” diye düşünebilirsiniz. Aslında gayet dünyevi bir mesele ile aklıma geldi bu konu. Fikrime düştü, kalbime indi. Şimdi de yazıya dönüşmekte.

 Bu hafta gitmeyi “çok” istediğim bir yer vardı ve gidemedim. Sonra her zamanki gibi söylenmeye başladım.

“Zaten ben bir şeyi çok istersem olmaz. Hatta çok istememe bile gerek yok bir parça istemem bile yeterli!”

Sonra durup düşündüm. Çok istediğim ve bir türlü olmamış, olmayan şeyleri listeledim kafada. 

“Çok istemek” ne demek?  Çok dediğimiz şey ne kadara tekabül ediyor mesela?  Kaç kilo? Kaç litre? Kaç para? Ne ölçüde acı çekmem gerekir, ne kadar ödün vermeliyim, ne kadar çalışmalıyım, ne kadar uğraşırsam yeterlidir ya da ne kadar ağlamalıyım çok istediğime kavuşmak için? 

“Çok” kime göre? Ne kadar?

Bir anda pek izafi pek şımarıkça geldi çok istemek. Arsızlık gibi. Elinden geleni yap ona bir sözüm yok da bir yerde durmak gerekiyor.

 

İşte,  durduğun nokta da senin gerçekliğin.

 

Dua’n.

Tevekkülün.

Sabrın.

 

Bazı şeyler akılla hatta kalple dahi izah edilemez.

Olmasını istersin olmaz.

 

Keşke olsa… O ayrı…

 

Bırak biraz…

Biraz dur…

 

Gerçekten istiyorsan ya olur ya olmaz.

Sen ikisini de kaldırabilecek güçte misin?

 

Belki de bu işlerin bu kadar uzamasında bir bildiği vardır.

 

“Gerçekten istemeyi” gerçekten bilmiyorum ama çok istediğin olmuyor bu hayatta genelleme yapmam gerekirse.Ben, bugüne kadar bunu hep kişisel bir şanssızlık olarak gördüm.Halbuki sorun “çok” diye direttiğimiz noktada.

 

Bir yazımda da demiştim. “Çok istemek kişinin imtihanı.”

 

Gerçekten istemekse mükafatıdır belki.

Kim bilir…

 

 

 

 

Not:

 

Bir şeyi çok istemek ve çabalamak yanlış demiyorum. Hatta en umutsuz vakalar da bile çabalama taraftarıyım.

Sadece çok istemeyi bir noktadan sonra şımarıkça buluyorum.

“Sen hayat boyu dur sonra istediklerin içi  dua et, gerçekleşecektir” demek değil bu yazının özü.

Umarım anlatabilmişimdir.

Bazen anlatmak zorlaşabiliyor.

İnsan kendisini bile anlamazken.

 

 

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

Sevgiler,

 

 

Gözde

 

 

 

 

 

 

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Teknik olarak herkes insandır.

Bakmak için göz, duymak için kulak,  konuşmak için koca bir ağız…
Kafasının içinde beyin, atıp duran  bir  kalp…
Tutmak için eller, yürümek için ayaklar, damarlarda akan kan…

Vardır…

Teknik olarak herkes insandır.


Görmek için göz, dinlemek için kulak, anlatmak için koca bir ağız…
Düşünmek için beyin, hisseden merhamet dolu  bir kalp…
Dokunmak için eller, ilerlemek için ayaklar, damarlarda akan kan…

Lazımdır…

Sorsan herkes insandır.


Evet evet…
Siz bile!


Sevgiler,

Gözde



24 Haziran 2014 Salı

Ramazan...

Ramazan geliyor.
Mutluyum.
“Allah, bu sene de eksiksiz tutabilmeyi nasip edecek mi? ” endişesi ile bekler,  “ne güzel oruç tutuyorduk hangi ara bitti… ” üzüntüsü ile uğurlarım Ramazan’ı kendimi bildim bileli.
Lisede başladım oruç tutmaya. O zamanlar kış tabii, saat 17:00 dedin mi ezan okunuyor. Okuldan eve… İftar soframıza... Oruç tutmak bile çok kolaymış o zamanlar… Hayat gibi… Çok geç anladım. Şimdiki aklım olsa sadece ders çalışmaya kafa yorardım o yıllar...  Hiçbir şeye takılmazdım… Bir insanın en konforlu dönemi bence. Ne bebeklik ne ilkokul… En güzeli lise!  Her şeyin farkındasın ama hiçbir şeyin farkında değilsin. Ne taşıyacak kadar büyüksün ne kaçacak kadar küçük. Öyle bir yer işte lise yılları. Şimdiki aklım olsa dünyanın en mutlu “liselisi” olurdum. Ki farkındaysanız yine bir eksen kaymasına müteakip minibüs edebiyatına girdim.
Konumuz Ramazan. Dön Gözde konuya dön.
Malum Ramazan artık Lise’deki Ramazan değil. (Böyle söyleyince de sanki adamın tekinden bahseder gibi oldum yahu!) Yani Yaz aylarına denk gelmesinden ve zorluğunun iki katına çıkmasından bahsediyorum. Uzun yaz günleri… Sıcak... Susuz… Ben bu yaşımda ilk defa geçen sene, “hakkıyla” oruç tuttuğumu anladım. Çok samimi söylüyorum orucun amacı ilk kez geçen sene yerini buldu. Açlığın insanı ne hale getireceğini, yaz sıcağında bir damla suya hasreti geçen sene anladım. Günler kısa, havalar serinken insan zorlanmıyormuş. Tuzu kuruyken…
Allah’a şükürler olsun geçen seneki sınavı da geçtim. Üstelik oruç dışındaki “dış etkenler” oruçtan beter etti beni. Ama ne oldu?  Oruçla imtihan, sabırla imtihan, sıkıntıyla imtihan derken tüm gücümle bu seneyi bekliyorum.
Oruç tutup  namaz kılmakla Cennet’e gidilmiyor. Diğer tarafta işler farklı. 

Allah izin verirse bu sene de eksiksiz tutacağım.
Cennete gitmek için değil. Olmayanın halinden anlamak için…
Zorunda olduğum için değil ailemden en güzel miras, alışkanlıkların en yararlısı olduğu için...

Yinede insan hiçbir şey yapamıyorsa bile, bir parça farklı yaşamalı bu ayı. Bu benim fikrim.  Eğer biraz inanç varsa, Ramazan da vardır insanın hayatında. Oruç tutmakla ilgisi yok. Siz anladınız.
Ya bu yukarıdaki Ramazan yine adamın teki gibi durdu. Neyse gülmedim. Siz de gülmeyin.
Allah kabul etsin.

: )








12 Haziran 2014 Perşembe

Doğum Günüm ve Berat Kandili


Mutlu hissettiği lakin yalandan bir doğum gününe,  hiç aranmamayı tercih etmeli insan.

Çok şükür ki ben bugün hayatımın en dürüst doğum gününü yaşadım.

Sevdiğim insanlar aradı.

Arayan-aramayan, seven-sevmeyen, içten-zoraki herkes olması gerektiği kadar. Olması gereken yerde.

 

Çok teşekkür ederim güzel dileklere… İyi ki varsınız…

 

Berat Kandili ile aynı güne denk geldi.  Ayrı bir anlamı daha oldu.

Çok şükür…

Berat Gecesi “beraat” edenlerden olun inşallah.

Bu gece tüm yılın rızkı verilecek. Doğumlar ve ölümler belli olacak.

Kaderin temeli…

 

Allah güzel yazılar yazmış olsun.

 

Not:

Beraat etmek:  Bir zorluktan kurtarmak , beri olmak.  Aklanmak.

 

 

Sevgiler,

Gözde

 

 

 

3 Haziran 2014 Salı

Güzel bir öğlen, seni seven biri.


Bugünü öğleden sonra ve öğleden önce diye ikiye ayırmam gerekiyor sanırım.  Öğlen, yemeği bu hayatta en sevdiğim insanlardan biriyle yedim.  Çok uzun zaman önce çoluk çocuğa karıştığı için sık görüşemiyoruz.  Bugün bir saatliğine zaman geçirdik.

Hatırımı sorup cevabımı vermeden cevabı alan tek insandır herhalde kendisi.  Lisede moralim bozukken sınıfının kapısına dayanırdım. İçeri girmezdim, göz göze gelirdik. O dışarı çıkardı, hiç konuşmadan okulu turlardık.  Bizim okulu bilen bilir öyle tur atmak 10 dakikalık teneffüse sığmaz, hızlı yürümek  gerekir.  Biz hızlı yürürdük… Hızlı konuşur… Hızlı düşünür… Hızla kızar…  Aynı hızla sakinleşirdik…

O yıllar, çikolatasını yalnız yediğini hiç görmedim,

benden daha çok sevdiği birine  şahit olmadım…

 

Öğleden sonra daha dinç hissettim kendimi. Daha moralli.

İnsana insan lazım derler ya.

Yanlış.

İnsana kendi gibi insan lazım. Az olsun , isterse tek olsun ama yaşantınız, ahlak değerleriniz,  sevginiz, saygınız ve en önemlisi geçmişiniz denk olsun.

Sevgiler denk değildir elbet,  benzer olsun.

Bugün baktım da…  Dünyanın en kötü insanı olsam bile benimle görüşür dedim. Eleştirir, yüzüme söyler ama yine de dostum kalır. Biz aynıyız.

İnsana insan lazım derler ya.

Yalan.

İnsana aynası lazım.

 





Not:

Bu yazı dünyanın en güzel annelerinden biri olan Göknur’a yazıldı.

Her şeyin dışında olup  içeride kalabilen tek insana.