21 Şubat 2014 Cuma

selam

O kadar işinin gücünün arasında “yine ne yazmış bu kız?” diye açtın  blogumu…
Okuyorsun.
Teşekkür ederim.
Ama bu aralar yazmak istemiyorum.

Öptüm.

Gözde



Not
Çok kısa bir ara verelim.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Terakki... Şişli Terakki...

1989 yılında girdiğim kapıdan 2011 yılında ilk çıktığımda şaşkındım. Çünkü  başka bir hayatım olmamıştı. Tüm çocukluk ve ilk gençlik anılarım Terakki’ydi. Bütün merdivenlerinde, duvarlarında, sıralarında kazılı…
Şimdi ne yapacaktım?
Hayat dediler… İşte şimdi başlıyor.
Başlıyor başlamasına da bakalım benim niyetim var mı Terakki’den çıkıp gitmeye… Ne yalan söyleyeyim bugün bile düşünüp üzülürüm bir üniversite açamadılar diye. Üniversite denilen girmeden önce gözümde büyüttüğüm, daha ilk gün hiçbir anlamı olmadığını anladığım,soğuk prefabrikte anladım ki artık Terakki yok. Çocukluğum, tertemiz hayatım, etrafımdaki arkadaşlarım…
Liste uzundu. Saymadım.
Üniversitenin ilk günü hayatımın ilk yalnızlığını hissettim. O yalnızlık duygusu yakamı 4 sene bırakmadı.
Terakki benim sığınağımdı. Her şeyim vardı orda. Hiç eksiğim yoktu. Evimdi çünkü… Güvenimdi…

Bu yazıyı yazmak aklıma bizim okulun yeni açacağı kampüsün reklamını gördüğüm an geldi. Aklıma gelmedi aslında kalbime kondu demek daha doğru.
Afişi görünce şaşırdım çünkü daha önce haberim olmamıştı yeni kampüsten. Sonrasında da araştırmadım.
Niyetim de yok.
Yıllar sonra okulumu ziyaret gittiğimde sınıfımı bile tanımadım. Fen Lisesi yapmışlar.
Bir daha gitmedim.
Niyetim de yok.

Çünkü benim için Terakki ilkokulda ders sırasında  sıkılınca tuvalete gitme bahanesiyle lise inşaatına gidip bayır aşağı çimenlerde yuvarlandığım günlerde kaldı. Benim için Terakki o yuvarlandığım arazinin bahçesinde geçirdiğim orta okul ve lise günlerimde kaldı.
Dahası yok… Fen Lisesiymiş yeni kampüsmüş.
Öğrenmeye niyetim yok.
Ama biliyor musunuz çok özledim…
Çünkü Terakki’den çıktığım gün yalnızlığın ne olduğunu öğrendim.
Çünkü ben sadece orada “ben olduğum için” sevildim.

Güzel Not:
Dönüp bakıyorum da güzel geçen okul yıllarıma… Tek kötü anım yok… Bugünkü birçok şeyi de Terakki’ye borçluyum. Hala aynı frekansta düşünebildiğim ve anlaşabildiğim insanlar hep Terakki’den kalma çocukluk miraslarım… Hepsinin gözlerinde çocukluğum, gençliğim var…
Bu yazı  hepsine gitsin.
O’nlar kendilerini çok iyi bilir.
Bizi bilmeyen de kendi gibi bilir ki bunun gerçekten konuyla alakası yok…

Bu bir vefa yazısıdır. Başta beni böyle güzel bir okula yolladıkları için aileme, sonra Terakki’deki tüm saygı değer hocalarıma ve beni yaşantım boyunca ben olduğum için seven Terakki miraslarım güzel arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Hakkınızı helal edin…

Anma
İlkokul öğretmenim Şeniz Sezen ve Orta Okul Edebiyat öğretmenim  Nükhet Ökmen’i rahmetle anıyorum.
Eğer bugün iki lafı üst üste koyabilmeyi becerebiliyorsam Nükhet Hocam’ın katkısı büyüktür.
Nur içinde yatsın…

Tüm Terakkililer’e selam olsun…!

Unutmayın,,,

Terakkili üşümez! J

Gözde


16 Şubat 2014 Pazar

eskidendi...


Kurnazı sildim çünkü aklınca beni kullanabileceğini sandı.

Sinsiyi aramadım çünkü pişkinliğinden ben bile utandım.

Kalpsizi Allah’a havale ettim çünkü  yapacak bir şeyim  kalmamıştı.

Merhametsizi  denedim  çünkü sonunda haklı çıktığımı görecektim.

Kompleksliyi görmemezlikten geldim çünkü O’nun işi zordu acıdım.

Aramayanı aramadım, sevmeyeni sevmedim. İstemediğim yerde kalmadım, istemeyeni zorlamadım.

Gururum için her şeyi yaptım. Son ana kadar ahlaklı kaldım.

Temizledim…

 

Sonra bir zaman geçti. İki yol vardı. Ya içindekilerin bir kısmı çürümüş diye bütün çuvalı yakacaktım ya da açıp içini tek tek ayıracaktım.

Bu çürük… Bu sağlam!

Çuvalı yakmışlığım var. Pire için evi yakmışlığım da var. E gemilerin ününü biliyorsunuz! Ben bu yakma işini kökten çözdüm sanmışım. Geldiğim bu noktadan arkama dönüp baktığımda izlediğim yöntemin acemice, canı yanmış ve başarısız olduğunu gördüm.

Yakmakla temizlenseydi şu an içinde bir kuru dalın bile kalmadığı koskoca ormanda tek başınaydım.

Yakmak değil yazmak temizler. Hayatına iyileri almak, herkesin mutluluğunu dilemek, güzelliğini dillendirmek temizlermiş.

Sevmek temizlermiş.

Çuvalı yakamadım… Daha önce yakmışlığım var…

Daha beter olduğunu gördüm.

 

Edebiyatı bırakmak gerekirse çok sevdiğim insanlarla görüşüyorum, sınırlarımı belirliyorum, kafaya takmak benim olayım ama onunla da iyi geçiniyorum. Artık onu da sakinleştirebiliyorum.

Ağlak  hiç bir atraksiyonum yok hobilerim arasında ve kendimi suçlamıyorum.

Boş zamanlarımda beni sevenlerleyim. En sevdiğim mevsim hala sonbahar. Hala kötü besleniyorum ve annemi zaman zaman üzüyorum.

Her şeyin bir zamanı varmış ve hiçbir şey nedensiz değilmiş. Bir sonraki yazımın konusu.  O kadar çok şey oldu ki bunun doğruluğunu kanıtlayan…

Şükrediyorum… Çok şükrediyorum…

Bana tüm sıkıntılarımın nedenini anlama fırsatı verdin, bugüne şükür ama ben kulum. Nankörüm… Doymam…

Daha da iyi olsun istiyorum.

Daha iyi olacak.

İnadına!

 

İyi bir şey var.. Son bir şey sanki. Hala ismini koyamadım.

İnadına iyi olacak.

Çünkü her zaman iyiler kazanır.

Çünkü yakmanın yıkıcılığını yaşadım.

Tek başınaydım.

 

Çok şükür…

 

Not

 

Hayatımın bu bölümünün adı Sezen Aksu’nun bir şarkısında gizli.

Hani herkes arkadaş hani oyunlar sürerken…

Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken…

Eskidendi… eskidendi… çok eskiden…

 

 

Canımı acıtmasaydınız sizi atmayacaktım. Hiçbir zaman kıymayacaktım. Ama gözümün içine baka baka kalbimi oydunuz.

Umurunuzda mı?

Ben de öyle tahmin etmiştim…

 

 

Yazılarımı sırf beni sevdiği için okuyan ve beğenen tüm güzel insanlara teşekkür ederim. Siz olmasaydınız şu an koca evi yakmakla meşguldum.

 

İyi olun…

 

İnadına!

 

Gözde

14 Şubat 2014 Cuma

"a"

Yılmaz Özdil’in bugünkü yazısından çok etkilendim.
Ne yalan söyleyeyim popüler şeylerden hoşlanmıyorum ve Özdil’in yazılarının bu kategoride olduğunu düşünüyorum.
Fakat bugün gerçekten çok etkilendim. Hikayeden ve ana fikirden.


“Ömrü boyunca yaptığı…
Tek hataydı.

Kızı alıp,  gitmeliydi.
Yapamadı.”


Atatürk’ün yapamadığına eminim. Fakat benim üstünde duracağım sözcük “yapmadı” olacak…
Bir şeyi yapamamak ve yapmamak arasında tek harflik fark var gibi görünse de eyleme vurduğumuz zaman işler değişir. İmkansız aşklar vardır elbet, şartlar sizi o yöne sürükler, çok hayati kararlar almanız gerekir ve bir şeyleri feda edersiniz.
Lakin,

Bir de gemileri yakmak  vardır. Çünkü karşınızdakinin sevgisi tüm gemilere bedeldir. Herkesi karşına alırsın. Kızı çeker alırsın.
Yapamamakla yapmamak arasında sadece  “a” farkı vardır.
Örnek vermek gerekirse,
Adam kelimesinin “a” sı.

“…ama o kızı kaybedersen. Senin için hayatın boyunca asla hiçbir şey asla düzelmez… Git, tut elinden.”



Sevginize sahip çıkın beyler, çünkü bu eylem ,her zaman, “erkek kısmından” beklenir. Çünkü bu eylem her zaman adama yakışır.


Sevgiler,

Gözde








13 Şubat 2014 Perşembe

Armut olmak ya da olmamak... İşte bütün mesele bu!

“Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.”

Peyami Safa’nın çok sevdiğim bu sözünden yola çıkarak bir şeyler yazmak istedim.
Mutlu armutlar gördüm. Hallerinden memnundular. Bense zor olanı seçtim.
Hamdım. Piştim.
Zamanın merhem olduğunu gördüm. Hallerinden memnundular. Bense zor olanı seçtim.
Yandım.

Ham olmak insana özgüdür de sonrası herkese nasip olmaz. Kimisi sadece yaşamayı seçer. Yer, içer,çalışır, gezer,uyur ve sonra tekrar uykusu gelir. Armutluk mertebesi için gerekli olan bu eylemler ne yazık ki insanoğluna sadece pratik hayat tecrübesi kazandırır.

Sadece yaşamayı seçmiş ve 70 yaşına gelmiş adama hayatın anlamını ya da ne hissettiğini sormayın  çünkü O, yaşarken, bunların hiç birini  kendine ya da başka birine sormadı. Anlatacak bir şeyi olmadığından  karşısındakini dinlemeye yetisi( ya da niyeti) yoktu. Yediği yemek sadece karnını doyurdu, gezdiği yerlere bakıp geçti, başına gelen felaketler ise sıyırıp geçti.  Mutluluk dediğin zaten ihtiyaç duymadığı bir şeydi. Çünkü hiç acı çekmemişti.
Acının ne olduğunu bilmeyen mutluluğun umuduyla yaşamaz.

Belli tecrübelere çok saygım var elbet. Örneğin anne olmadan ne annemi anlayabilir ne de annelik hakkında söz söyleme hadsizliğini yapabilirim. Yaşadıkça, yaş aldıkça çok değişiyor insan kabul. Fakat, benden yaşça büyük herkesin ,benden daha tecrübeli ve olgun olabileceğine inanmıyorum! “Sadece yaşamayı” seçmiş olan ve az önce bahsettiğim adam benim olgunluk seviyemde boğulabilir çok net. Çünkü ben,

Hamdım piştim…  O ise sadece armut olmayı seçti.
Halinden memnundu.

Öyle anlar vardır ki bir ömür boyunca alamadığın dersi tek saniyede verir sana. Eğer armut değilsen o dersi alırsın. Bir üst sınıfa geçersin.
Armutlara ise  verilebilecek tek ders okul sıralarında öğrendikleriyle sınırlıdır. Üçgenin iç açıları 180 derecedir ve Türkiye’nin konumu  36-42 kuzey paraleli, 25-45 doğu meridyenidir.


Özel Not
Şüphesiz ki en paha biçilmez olanı hem yaş hem tecrübe almış değerlerin hayatımızda olmasıdır. Çok sevgili Prof. Dr. Dursun Koçer (ki kendisi benim Dursun Amcam’dır) de bu değerlerden biri. İyi ki var ve ne yazık ki kendisini geç tanıdım.  Bana hediyesi olan Erich Fromm’a ait Sevme Sanatı’nı okuyorum.
Okudukça da yazma eylemi ile ilgili  hadsizliğime şaşıyorum!

Ve yine şüphesiz ki insanın annesinin her anlamda derya deniz olması da paha biçilmezdir. Annem  benim için birkaç üniversitedir.


Armut olmayın. Yaşayın, öğrenin, sorgulayın ,düşünün , empati yapın, mutlu olun, mutsuz olun , ders çıkarın  ve en önemlisi de acı çekin. Acı çekmemiş insan sadece nefes almıştır. Yaşamak başkadır.

Hep güzel dersler alıp sınıflarınızı geçmeniz dileği ile,

Gözde

11 Şubat 2014 Salı

14 Şubat ve Mum Işığı

Bu 14 Şubat hadisesine , tahmin edeceğiniz üzere,  takığım.
Gerçi ben doğum günleri dışındaki tüm özel günlere takığım da şimdi gündem Sevgililer Günü.
Al işte…  Sevgi dedik dedik Sevgililer Günü geldi çattı. Hiç öyle sevginin günü olmaz geyiğine girmeyeceğim. Benim bakış açım her zamanki gibi farklı.

Derdim 14 Şubat’ta yapılan o yapmacık hareketler…!  Zoraki hediye almalar, istemeden gidilen tatiller ya da laf olsun diye  çıkılan o korkunç ,mumlu, güllü, kemanlı yemekler… Sanırım en kötüsü de o bayık yemek yarabbim!  Masada yemekten başka her şey var mübarek gül yaprağı, taşlar boncuklar bir de üstüne mum dik hop oldu mu sana romantik sevgililer günü yemeği ya da klasik evlenme teklifi masası! Dibine kadar duygusalım fakat Allah’ına kadar odunum bu konularda kabul. Romantik şeylerden nefret ederim çünkü gülmem gelir eyvallah. Ama arkadaş romantizm mum ışığında yemek yemekse  ben yemeği evde yesem daha iyi.
O mum yanacak diyosun…
Peki.
Hadi o kasıntı yemeği geçtim, illa hediye mi alman lazım. İlla o gün yani. Dünyadaki milyonlarca insan diğer milyonlarca “yarısına”  hediye alırken sen de onlarla kuyruğa girdin demek. Üstüne bir de fazla para verdin.
Ne sevgiymiş arkadaş! Bari, birkaç gün önceden neye ihtiyacı olduğunu falan sor da sevdiceğine  paran boşa gitmesin.
Yemek bitti, hediyemizi verdik ay çok pardon bir de “seni seviyorum” dedik.
Bitti.
Günlerden 15 Şubat.

Şimdi bu noktadan sonra ana fikri size bıraktım gitti.
Hiç alakasız bir günde  gidilen yemek ya da anlamı olmaksızın sadece içten gelerek alınan bir hediye…
Size bıraktım…


Kendini kınayıcı not
Siz bana bakmayın, işin suyunu çıkarttım biraz. Etrafımda gerçekten birbirini seven ve bu bahsettiğim şeyleri içten gelerek yapan çiftler var.
Asıl mesele diğer “yarını” bulmada.
O zaman o mum bile değer kazanır…


Allah sevdiğinizden ayırmasın, sevdiğiniz yoksa da tez zamanda karşınıza çıkartsın. Sanırım yakında çiçek de satmaya başlardım zira her yazının sonunda klasik çiçekçi duası yapıyorum.

Cuma akşamı TV de ne var? : )

Sevgiler,

Gözde

10 Şubat 2014 Pazartesi

Sevgi beyindir... Al buradan yak!


Sevgi tüm duyguların beynidir. Çünkü hepsinin gidişatı O’na bağlıdır.

Ne bir adım atarız O’nun nabzına şerbet vermeyen  ne de kararlarımızı ondan bağımsız alabiliriz. Benim kadar gerçekçi olmasın bir insan, yine de O’na danışmadan edemez.

Haberi olmasa da danıştığından…

Tabii insan insan der dururum da bu insan diye genellediklerim kalp, vicdan sahibi olanlar.  Aslında yazılarımın başına değil de bloğumun tam ortasına yazmalıyım bunu:

“Kalbi olmayan, merhametsiz tipler  girmesin, hadi girdi okumasın. Hadi okudu anlamaya çalışmasın. Çünkü O’nlara hitap etmiyorum.”

Her neyse yine yeniden bir eksen kaymasının eşiğinden dönerek konuma gelmek isterim.

Çok uç bir örnek vereyim mi? Ben, hal tavırlarından gıcık kaptığım market elemanları var diye yolumun üstündeki markete bile girmem.  O yolun uzayacağını bilsem de sempatik kasiyerlerin olduğu ve sorularıma cevap aldığım reyon elemanlarına sahip markete girerim. 

Bizim evin oradaki iki marketten bahsediyorum sadece, düşünün…!  Ne kadar ufak, ayrıntı, belki saçma. Bunun bir de hayatıma yansımalarına bakalım…

En son örneği vereyim mi? Yaklaşık bir ay önce yeni işime başladım. 1 aya yakın işe alma sürecim sürdü! Artık sonlara yaklaşıyorum, sıra direktörle tanışmaya geldi. Girdim toplantı odasına, arkamdan direktör hanım geldi ki kendisi bu güne kadar gördüğüm en tatlı insanlardan. Tanıştık işte O anlattı, ben anlattım… Sonra artık konu nasıl beni öyle bir cümle kuracak hale getirdiyse aynen şunu dedim…

“Belki bu söylediğim  çok amatörce ve benim için olumsuz izlenim olacak ama ben sevmediğim insanla iş için telefonda bile konuşmak istemem hatta bir yolunu bulurum ve konuşmam!”

Heh… Geç kaldın Gözde… İyi halt yedin ne güzel sana şimdi Oscar verirler hatta üstüne Nobel’i de alırsın sen bravo. Diğer dünyada da bu dürüstlüğünden dolayı hurma bahçesi aldın mı tamamdır. Bu işi alsan ne olacak!

Kızım bi sus… Bi tut şu çeneni, oyna biraz! Profesyonel hayat de, iyi bilirim de, aman efendim önce saygı de … Sen iş görüşmesinde neden “sevgi” sözcüğünü kullanıyorsun?

O gün eve dönerken yol boyunca düşündüm. Olumsuz düşündüm.

Olumlu oldu!

Yani tabii ki bu cümleyi kurduğum için değil. Sadece bu sevgi denilen illetin hayatım üzerindeki etkisinden bahsediyorum. Sevmek derken büyük kalp bağlılıkları değil ama ben haz etmediğim insanla selamlaşmak bile istemiyorum üzgünüm. Hele saygı falan hiç duyamıyorum yani çok pardon. Artı gayet de belli ediyorum valla kimse kusura bakmasın.

Saygı sevgiden önemliymiş…

Geç bunları…

Sevgi tüm duygulardan üstündür. Dozu önemli değil. Saygı dediğin ortaktır elbet ama hissenin büyüğü sevgidedir.

 

Aydınlatıcı Not

Her ne kadar gerçekçiyim desem de sevginin gerçekçilikle zıt olduğunu düşünmüyorum. Bence sevgiyle ilgili bu tespitim gerçeğin ta kendisi! Fakat burada tekrardan altını çizmek isterim ki bu yazıdaki sevgiden kastım derin bağlılık değil. Sadece bir insana ısınmadıysan o insanla bir şey yapamazsın. Yoksa birini sevmek dünyanın en zor işidir, ben “seni seviyorum” cümlesini sık kullananlardan nefret ederim. Annem dışında da sürekli söylediğim biri olmamıştır.

Çünkü sevmek zor iştir.

 

Sevdiğiniz insanlar az ama öz olsun ve hep hayatınızda kalsın inşallah… Onun dışında bu yazımda bahsettiğim türden sevgi bağını esnafınızdan tutun çalışma ortamınıza kadar herkeste hissedin umarım çünkü öbür türlü ya yalnızlıktan çıldırır insan ya da rol yapmaktan…

 

SEVGİ ile kalın,

 

Gözde

9 Şubat 2014 Pazar

...


Ağlamak ,kuşkusuz, insanın sahip olduğu en güçlü antidepresandır.

Bu kadar da iddialıdır.

Hele bir dökülsün gözlerinden sıcak sıcak damlalar… Kalbinin ortasındaki o taş ağırlığını biraz alır üstünden. Derin bir nefes al… Artık özgürsün.

Bırak göz yaşlarını rahat rahat aksın…

“Ağlama artık” derler ya… Ben hiç öyle tesellilerde bulunmam insanlara. Ağlayan birini gördüm mü direkt “Ağla…”  derim. Bilirim ki o an O’nun için en iyisidir ağlamak. Derdine derman diye değil derdine ortak diye…

İyi insanlar ağlar. Ağlamak güzeldir. Ağlamak temizler.

Başka?

Kalbi olan ağlar.

O yüzden sen ey kalpsiz robot!

Sen sakın ola kendini yorma. Zorlama.

Zorla akan yaş sadece zehirdir. Karşındakinin zehri…!

Sen sadece yaşama sevincini almakla görevlisin, hiç girme bu işlere.

Sen hiç ağlamayacaksın ve sen hiç mutlu olamayacaksın.

Ve en kötü haberi sona sakladım;

Sen hiç sevemeyeceksin…

Sevilmek mi?

 Bak buna güldüm.

 

 

Bu akşam hiç yazasım yok o yüzden burada kesiyorum.

İyi olun…

 

Gözde

7 Şubat 2014 Cuma

Yemek yemeyen bizden değildir.

Ben yaşamak için yemek yemem. Yemek için yaşadığımı da söyleyemem tabii hassas kalbime hakaret olur :) Ama şunu söyleyebilirim ki yemek yemenin hayali bile sırıtmama yeter!
Çok tatlı değil mi?
Ama bir de işin “Küçük Emrah “ boyutu var… Şöyle ki…
Sıcak bir yaz günü tam 4,5 kilo doğmuşum. Hiç zayıf olduğumu hatırlamam. Küçükken okulda  , ki obez de değildim neden bu kadar abartırlarmış bilmiyorum, sürekli dalga geçerlerdi. Ben de sürekli ağlardım. Tabii şimdi olsa kendimle dalga geçmekten millete sıra bırakmazdım o ayrı. Ama küçük bir çocuksun işte.. Karşındakiler de senin gibi… Çocuklar acımasız olur bilirsiniz bu konularda.  Kulağın mı büyük hop hemen“kepçe kulak” , gözünde gözlük mü var hop hemen “dört göz”, ders mi çalışıyorsun hop hemen “inek”…  Ya da benim gibi kilolu bir çocuk musun… Neyse ben bana  söylenenleri burada yazıp sizi daha da acıdan acıya sürüklemeyeceğim:) Anlayacağınız zor bir çocukluk geçirdim. Küçük Emrah’la yarışır mıyım bilmem ama  kendisinin repliklerine hitaben “benim hiç  bale kıyafetim olmadı biliyor musun?”  : )
Tamam tamam… Üzülmeyin be…  Dalga geçiyorum… Sonra liseye geldik, baktım ben daha çok gülüyorum bu esprilere. O zaman anladım ki bana takılmayı seviyorlar. Beni seviyorlar ve hiçbir zaman kızmadığım için hoşlarına gidiyor. İşin ilginç kısmı ben de alışmışım bir gün bana takılmasalar kötü hissediyorum!
Günümüze gelecek olursak hala “öyle deme ama Gözde yüzün çok  güzel”  tesellisiyle hayatımı sürdürmekteyim. Yemek yemeyi çok seviyorum. Yemek yemeyen insanlardan hiç haz etmiyorum hatta onlarla arkadaşlık kurup da kazara bir yemeğe falan gitmiyorum.  Düşünsene ben başlangıç olarak ortaya bir şey söyleyelim  sonra ana yemek alırız derken karşımdaki yağsız sossuz salata siparişi veriyor! Skandal! Yahu salata yağsız mı olur?
Sırf zayıf olmak içinse bunlar kusura bakmayın hiç normal değil.  Allah yemek yeme zevkini alacak hastalık, imkanını alacak yokluk vermesin lafım ,tabii ki, bu durumlar için değil…
Ben diyorum ki,
Mutsuz ve gerginsin ama 34 bedensin.
Kalsın. Üstüne bir de kaymaklı ekmek kadayıfı patlat! Ay ya şimdi olsa da yesem pek severim. İşte dervişin fikri zikri örneği diye buna derim.
Velhasıl canım okuyucularım yemek yemek güzeldir. Ama çok yemek ve müsriflik günahtır. Siz ortasını zaten bulursunuz.
Afiyet olsun canlarım…
Yalnız kabul edin iyi yedik : )

İtirafçı Not
Çok yemek tüketip de hiç kilo almayanları kıskanıyorum. 
Zayıf kadınları görünce şöyle bir süzüyorum.
İstediğim  kıyafetin  bedeni olmayınca sinirleniyorum.





Çikolatalı, ballı kaymaklı, börekli çörekli ve kebaplı günlerimiz olsun,

Sevgiler


Gözde




4 Şubat 2014 Salı

sonların gücü...

Bir olayı uzun uzun anlatırlar ya…  Sinir olurum…
Çünkü ben her şeyin sonucuna odaklıyım. Edebiyatı zaman kaybı.
Şu fakir bloğumu açtığımdan beri yazıyorum, aslında bıraksan destan yazabilirim.
Ama sıkılırsınız!
Cümleleri uzatsam? Paragrafları uzun tutsam? Bir de üstüne ağdalı sözcükler patlatsam?
Okumazsınız!
Dinlemek de aynıdır. Anlattığın  şeyin uzunluğu dinleyicinin sıkılma potansiyeli ile doğru orantılıdır. Sen sen ol özet geç. Çünkü ayrıntılar düşüncede kalmalıdır. Dile dökülen ayrıntı önce karşındakini sonra seni yorar.
Ayrıntı iyidir.
Şeytan ve hakikat ayrıntıda gizlidir. Ama ayrıntı düşüncelerde kalmalıdır. Belki eylemlerde ama asla dilde değil.
Çünkü dinlemezsiniz!
Bende bir takıntı var. Aldığım kitabin son paragrafını okurum. Acaba bu anlattıklarımla ne kadar alakalı bilemedim. Şimdi bunu niye yazdım onu da bilemedim.
Neyle ilgisi  var bilmiyorum ama kesinlikle her şeyin sonuna odaklıyım. Nedenleri, bahaneleri,’ama’ları duymak istemiyorum artık.
Bana sonunu söyle.
Çünkü hiçbirinin gücü sonucu değiştirmeye yetmez.
Sonlar hep en güçlüdür.
Çünkü bir tane mutlu son tüm çektiklerini unutturup silerken, bir  kötü son tüm hayatını karartabilir.
Çünkü hayat böyledir.
Çünkü sonlar böyledir.

Hep mutlu sonlarınız olsun,
Sevgiyle
Gözde







3 Şubat 2014 Pazartesi

morali bozuk kısa bir yazı...

Hafta sonundan beri keyfim yok. Ufak tefek şeyler oldu. Ve hepsi ortak paydada beni eski Gözde’ye sürükledi. Bu 2014 modele kendimi çok kaptırmış olmalıyım ki ağırıma gitti ve hiç istemedim o kızla karşılaşmak.
Çok ağlaktı.
Kalbi  hasarlı, ruhu arıza, en kötüsü de kafası karışık, tilkilerin kuyrukları birbirine değmiyor…
Tam sanat!
İyi işte özün değişmezdi al buyur. İşte öz işte Gözde! Gitti mi tüm emekler çöpe? Sen o kadar safradan kurtul,  “i will survive” naraları at, “amaaan çok da tın çok da fifi”  felsefesinin başını çek, istemediğin ve seni mutsuz eden insanlarla görüşme, sonunda ağlayacağını bildiğinden çok görmek istediğin filme bile gitme üstüne bir de utanmadan blog aç  al işte buraya kadarmış.  
Siz Türkler nasıl der…  Game over!
Malum bizim Türkler pek meraklıdır anadil İngilizce konuşmaya…! Neyse Türkler’e nerden geldim ben…  Dedim işte tilkiler!
E o zaman sana kötü bir haberim var Gözdecim senin olayın buraya kadarmış annem. Maske düştü Pollyanna ‘nın rakibi sahnelere döndü.
Sebep?
Üç beş bildiğin hadise, iki üç değişmeyen insan, bir bilemedin iki canını sıkan kenarda köşede kalmış safra…
Bu mu yani koca efsanenin yıkımının nedeni?
Yazıklar olsun sana be kızım. Kalıbından utan, hükümet gibi kızsın. Hey gidi hey!
Bir ahmak ıslatana şemsiyeni açtın demek!
Boşuna mı kırdık be kafayı kızım.


Okuyucumu teselli eden not:
Öyle kolay kolay pes etmeyi düşünmüyorum. Hatta bu akşam iki çılgınla buluşup kendimi kendime getireceğim.
Amerikalılar ne der bilirsiniz,
i will survive… i will survive…


Öptüm sizi,
Hep gülün be…!


Gözde