24 Ağustos 2019 Cumartesi

Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekir.

Oldum olası aramı iyi tutamadım yaz ile. Başlangıçlar, vedalar bir dolu sıkıntı. 
Sen sevmedikçe yerleşir.
Önce Haziran.
Temmuz Ağustos...
Neyse ne, bazen tesadüfe şans tanımak lazım, anlam arama telaşı yorucudur.
“Eylül’e bel bağlayanlar derneği”  bu sene de kalabalık. 
Eylül de yoruldu üstelik, her sene aynı beklentileri yüklenmek kolay mı..
Allah herkesin gönlüne göre versin der konuyu kapatırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Çabaladıklarının neticelerini...
Sen inanmadıkça yerleşir.
Önce Eylül.
Ekim,Kasım...
Bu aralar gündem malum.
Gündem çok tanıdık.
Şiddet... Ölüm... Kadın... Çocuk...
Yazarken bile zor.
Bir yerde bir ses yükselir uzaklaşırım. Kendimi bildim bileli. 
Sesli bir tip olmama rağmen. 
Kaldı ki bu yaşananlara maruz kalmak...
Bu yaşananları yaşatmak?
Yazarak anlatabilen biri olarak sözün bittiği yerdeyim , yılllarca bu konuda yazdım durdum ve tek kelime yazmak istemiyorum.
“Klavye kahramanlığından”  öteye gidemiyor gibi hissediyorum.
Allah yazdı ise bozsun...
Tek söyleyebileceğim , sevgisizlik ve cehaletin olduğu yerde her türlü kötülük vardır. 
Allah herkesin yaptıklarının bedelini ödetsin der konuyu kapatırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Yapılanların bedelini...
Sen tahammül ettikçe yerleşir.
Önce Aralık.
Ocak,Şubat...
Hayatınızdaki insanların genelini bir düşünün bakalım tatlı kalpliler...
Vicdanı bütün ruh sağlığı yerinde bir çoğunluk görüyor musunuz?
Söyledikleri ile yaptıkları denk insanlar mı hepsi?
Sizi seviyorlar mı?
Peki ya siz?
Heh işte asıl güzellik burada.
Allah herkese güzellikler nasip etsin der yazımı sonlandırırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Hak edilenlerin verilmesini...
Sen güneş oldukça yerleşir.
Önce Mart.
Nisan, Mayıs...

Kolay değil sevgili okuyucu.
Kolay olsa bilirdik.

Sevgi ile ama illa ki tekrar görüşmek üzere...

Hoş geldin Eylül...




12 Ağustos 2019 Pazartesi

Herkes elindeki köfteyi yavaşça yerine bıraksın. Bu bir bayram yazısıdır.

Kurban Bayramı önce dedeme sonra anneanneme veda ettikten sonra önemini yitirdi benim için. 
Eskiden kurban bağışı kavramı yaygın değildi , kurban pazarına gider kendi işini kendin hallederdin. Bu kısım dedemdeydi.
Şimdi hayvan hakları savunucuları “kendi işinizi  nasıl hallederdiniz,  koyuna ne şekilde eziyet ediyordunuz!?” diye soracaktır. Kasaplar efendim, bu iş için kasaplarla iş birliği yapılırdı. Belki sizlerin büyükleri de tecrübe etmiştir. Sormak bedava, dinlemek de ... 
Beşiktaş’taki evde bir telaş, bu kısmı hikayeleştirmek ve sizleri sıkmak istemem. Anneannemin öncülüğünde kurban işi helalinden,  en olması gerektiği gibi ve en temiz şekilde sonlanır kahvaltıya geçilirdi.
Kavurma kokusunu her çocuk gibi ben de sevmezdim. 
Anneannem bana yumurta yapardı.
Bugün hala haşlanmış yumurta sevmem çünkü bir Allah’ın kulu o yumurtayı anneannem gibi haşlayıp servis edemez. Bir insan bir yumurtaya ne söyler de o kadar güzel haşlar? 
Kurban Bayramı, Beşiktaş’taki eve veda ettikten sonra güzelliği yitirdi benim için.
Şimdilerde kurban katliamdır deniyor. Öncelikle şunu düzeltelim kurban ibadettir.
Tüm şartlar yerine getirildikten sonra ihtiyaç sahiplerinin et yemelerine vesile olmak çok hayırlıdır.
İnancı olup da içi el vermeyen de istediği gibi bağış yapabilir.

Hayatta iki soruyu iyi benimsemek lazım.
Bana ne? Sana ne?

Bu ülkede inanan insanlar , inanıyor gibi görünenlerin yarattığı kötü imaj yüzünden her gün hakarete uğruyor. Ben bu duruma çok içerliyorum. Neredeyse “inançsızlık” “ahlaki” olan gibi sunulmuş halde.
Geçmişi hatırlayın lütfen.
Herkesin bir anneanne hikayesi dede anısı vardır eminim.
Buna da mı saygınız kalmadı?
Her neyse... Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi kırıcı olmamaya gönüllüyüm hele bu bayram günü. 

Hayvanları düşünen önündeki köfteyi yemesin. 
Bu size hakaret hakkı tanımaz yine de savunduğunuz şeyin sizdeki yansımasını görmüş oluruz.

Ameller niyetlere göredir.

Anneanne , dede.. 
Biraz daha ittirelim be Can’larım çok az daha...
Sizi seviyorum.
Hem de hiç ayırmadan. 
Tıpkı sizin gibi.

Adil.



Not:  Bir önceki yazımı sadece blogta yayınlama kararı aldım. Bir sürü mesaj geldi.
Yahu beni ben bile bu kadar ciddiye almıyorum.  
Ben iyiyim!
Unutmayın ki bu topraklar üzerinde bir Gülben’e bir de bana hiçbir şey olmaz.

Acayip iyiyim. Ve çok daha iyi olacağım.

Bu benim hassas okuyucum için burada dursun. İlerde “daha iyi olacağım” kısmında yıkacağız buraları.

Sıcak denizlere ulaştım tekrar.

Siz hala o tünelde takılıp kalacağımı mı sandınız?


Sevgimle... 

Mutlu Bayramlar.


8 Ağustos 2019 Perşembe

Kırıklarını aldırmadım kalbimin.

Not; bu yazım ünlem işaretinden muaftır. 


Uzun zamandır kırık kalplerle ilgili yazmak istiyorum. Yazmaya karar verdim fakat muhtemelen içime sinen bir yazı olmayacak.
“Muhtemelen”
Bu hafta bu kelimeyi çokça kullandım. TDK’ya baktım birkaç anlamı daha var ama içime sinmedi.
Oldukça kalbi ya da hayati  bir şeyler yazarken (ya da söylerken) “muhtemelen” demek mi daha karizmatik “görünüşe göre” mi?
Takdir sizin.
Neyse konu yine bu değildi.
Ben asıl konudan kaçıyorum sanırım. Çünkü kırık bir kalbe sahibim. Bu durumun yarattığı fiziksel acıyı da bilirim göz yaşını da.
Hoş hangimiz böyle değil ki...
Profesyonel kalbi kırıklar!
Kronik bir  şekilde  göz yaşı hep  içine akanlar, akut bir durumda yaş dökenler.
“Beklentiler yaralar ...” derler, ben durduğum yerde bir korkuluk kadar beklentisizken dahi kırılabildiğimi gördüm.
Çok ciddiyim.
Beklentileriniz yıllar içinde küsüyor ama o kalp hep bir buruk.
Peki kendi kalbimizin bu kadar bilincindeyken başka kalpler hakkında bir fikrimiz var mı?
Ben ,maalesef ,tavır olarak kırıcı bir mizaca sahip olabiliyorum bazı zamanlar. Bu benim hayattaki en büyük defom. 
Kırılmış kalbimle hayatımı geçirebilirim ( ki öyle gözüküyor) fakat bu teknik bozukluk  beni çok yoruyor ve üzüyor.
Teknik evet, tamiri mümkün olan her şey tekniktir öyle değil mi?
Çok uğraştım çok çabaladım bir ölçüde törpüledim  ama yok edemedim bu durumu. 
Üstelik artık sevdiklerimin  beni tolare etmesine değil kendi nefsimin beni terbiye etmesine ihtiyacım var.
Bu bir günah çıkartma seansına dönmeden  kırık kalplerimize dönüyorum.
Şimdilik bu ifşa bana yetsin.
Benim yarattığım kırgınlık çok şükür ki tamire gelir... (ki saman alevi koca ahırı yakar bilirsiniz bu konuyu halledeceğime inanmak istiyorum, hiç değilse oldukça gönüllüyüm)
Niyetimizden şüphemiz yok evelallah hepimizin ... 
Ya hayatımızın sonuna kadar bizde  iz bırakacak , yaşanmışlıkların yarattığı  kırgınlıklar.
En beklemediğimiz anda en beklenir ama kondurulmaz insanlardan...
Tıp buna çare bulamadı henüz.
Kırılmayan kalp.
Halbuki kanser bile işlemiyor sana yahu sen neden sürekli kırılıyorsun?
Kondurulamaz insanlardan.

...

Bu yazı içime sinmiyor. Kalbim buruk. Bu burukluğu seviyorum sanırım insan olmanın bir cilvesi. Yine de uzatmayacağım.

Bazen, dünya üzerinde kalbi kırılmış kim varsa hissediyor gibiyim.




Teknik durumları tamir ederiz de sizin yarattığınız tahribata ne demeli?

Muhtemelen...

Kalbi kırıklara selam olsun.
Ya hiçbir şey hissetmeseydiniz?

Sevgiler.