28 Mart 2014 Cuma

Bu yazı bir vefa, teşekkür ve asla bitmeyecek şeylerin yazısıdır...

Ülkenin hali ortada…
Dönen dolaplar, ortaya çıkan kasetler, yasaklar…
30 Mart’tan sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
Twitter ve youtubedan sonra facebook da gidiciymiş.

Bu blogu açarken amacım, sadece duygular hakkında yazmaktı.
Yazmak temizler dedim…

Yazdıkça daha iyi hissettim… Bir zaman sonra yazmanın yetmediği ve eksik bir şeyin olduğu düştü aklıma… Paylaşmak… Yazdıklarını sevdiklerinle paylaşmak…

O sıralar oldukça boş ve “ekstra keçi üretebilecek” vaktim vardı. Hele geceleri… Uyku girmiyordu gözüme. Facebook denilen bazılarına göre “müsibet” bana göre “can yoldaşı” uygulama sayesinde o dönemi daha çekilebilir geçirdim. Hatta bu tanım zayıf kalır o dönemi facebook sayesinde geçirdim!  Çünkü sadece geyik yapıp özgürce saçmaladığım ve beni yanlış anlamayacak insanların olduğu tek yerdi.
Paylaşmak için mükemmel bir aracı olabilirdi…!
Öyle de oldu…
Facebook sayesinde beni iyi hissettiren yazılarımı sevdiğim insanlara ulaştırabildim.
Öyle böyle derken 30’dan fazla yazım ve her yazımı merakla bekleyen, yetmeyip sıkılmadan okuyan ve beğenen hatta her seferinde beğenisini dillendiren sevdiklerim beni yazmaya daha da itti.
İki elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan beni yazabileceğime inandırdı. Sevgiye, insanlığa ve inancımı yitirmeye başladığım her şeye…

Gel gör ki adamın biri çıkıyor. Bas bas böğürüyor. Yaptıklarına  daha da şahit olmayalım diye tüm internet sitelerini yasaklıyor.
En basitinden benim gibi hayata bağlanmaya çalışan insanları düşünmeden…
En vahiminden  bu yolla kan bulan ilik arayan , kayıp çocuklarını duyuran insanları düşünmeden…

Ölümüne sebebiyet verdiği 15 yaşındaki çocuğun annesini meydanlarda yuhalatan bir adam…
Sizce bu “basit” şeyleri düşünür mü?

Vicdan sahibi olmak her insana nasip olmaz.
Her neyse…

Ben demek istiyorum ki bu yazı bir vefa, teşekkür ve asla bitmeyecek şeylerin yazısıdır.  

Engel ne kadar büyük olursa olsun her zaman söylediğim ve inandığım bir şey var,

Kalpten bağlı insanları kimse ayıramaz…

Bu yazıyı okuyan insan… Kalplerimiz bir… Yazdıklarımı okurken her kelimesini ilklerine kadar hissettin biliyorum. Her yasağı getirsinler.
Kalpten bağlı olanları ayıramayacaklar…

Canım Okuyucuma Canımdan Not:

Malum, yasakladıkları sitelere bir yolunu bulup gayet girebiliyoruz. Aynı şey facebook için de geçerli. Fakat herkeste bu imkan ya da teknik bilgi olacak diye bir şey yok.

O yüzden bundan sonra;
 gozdedalkiliclar.blogspot.com

Bunu da kapa gücün yetiyorsa! Yazılarımı tek tek sahiplerine postalamayı da bilirim.

Yasakları delmeyi sizden öğrenecek değiliz!


Unutma!

Konulan her yasak yasaklananını daha da cazip kılar.

Ve yine unutma!

Gerçekler hep oradadır… Katilsen katilsindir. Hırsızsan hırsız. İnsansan insan.

Haklarınızı helal edin efendim. Yüzümü güldürdünüz, saçmalığın dibine vurdum aldırmadınız, yazılarımı okudunuz, her seferinde beğenilerinizi dillendirdiniz.

Haklarınızı helal ediniz…


Sevgiyle,


Gözde









26 Mart 2014 Çarşamba

Hayal kırıklığı.

Hayal kırıklığı…
Gökdelenden yere çakılmak gibi…
Arkana bakmaya fırsat vermeden iterler…

İlk belirtisi susmaktır.
Konuşmanın işe yaramayacağını bildiğiniz durumlar vardır. Yinede anlatmaya gönüllüsünüzdür.  Fakat  söz konusu duyguyu yaşayan insan artık susmuştur.
Yüzsüzlüğünün bile bir durma noktası vardır çünkü.
Anlatmanın da bir dermanı…

Hayal kırıklığı…
En sevdiği oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi…
Ne olduğunu anlamadan odasında tek başına kalmıştır çocuk…

Son belirtisi gitmektir.
Kalmanın işe yaramayacağını bildiğiniz durumlar vardır. Yinede kalmaya gönüllüsünüzdür. Fakat söz konusu duyguyu yaşayan insan artık gitmiştir.
Israrın bile bir durma noktası vardır çünkü.
Kalmanın da bir adabı…



Ağlamanın faydasını tavsiye edemeyiz bu durumda. Ağlamak temizler doğru…  Ağlamak yükü hafifletir, rahatlatır haklısınız…  Ama hayal kırıklığının tesellisi ağlamanın verdiği hafiflikten geçmez.
Çünkü belki de hayatta tesellisi olmayan tek duygudur  hayal kırıklığı.   


Geçen gün mor kumdan bir kum saati aldım. Üç dakikada dolan. Üç dakika bile çok görülen heveslere selam olsun.

Sevgiler,

Gözde

22 Mart 2014 Cumartesi

Denksiz duygular.


“Hayatında denge sorunu varsa etrafına bak, muhtemelen birini yanlış yere koymuşsundur”

Bu sözü çok seviyorum…

Kendimi bildim bileli sorunlu ve dengesiz insanları çektiğimi sanırdım. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü bir süre sonra  sorunun  karşımdakilerin dengesizliğinde değil duygularımızın denksizliğinde olduğunu farkettim (denksizlik diye kurduğum uyduruk kelime için üzgünüm, cümleyi toparlayamadım)  

Misal,

çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Gel zaman git zaman ben üç arıyorsam O’nun   bir kere aradığını, görüşmelerimizin sadece benim talebimle gerçekleştiğini fark ettim. Sanki hiç aramasam  aklına bile gelmeyebilirdim. Tek emin olduğum nokta beni sevdiğini bilmemdi.  Çok da iyi bir kızdı. Hala da iyi bir kızcağız. Neyse konu bu değil. Konu şu, ikimizde birbirimizi çok seviyorduk. Fakat “çok” denilen şeyin miktarı kişiye özel olduğundan eylemlere yansıması da yine aynı kişiye özel oluyor. Duyguların denk olmamasından kasıtım da bu. Benim birini sevme şiddetim aynı kişinin beni sevme şiddetiyle bir olmayabilir. Yani O’nun “çok” diye nitelendirdiği duygusu benim “yeterince” diye nitelendirdiğime denk gelebilir. Bu duyguların karşılıksızlığı  değil denksizliğidir. Denk olmayan duygular insanı “ben hep sorunlu ve  dengesiz insanları çekiyorum” yanlışına iter.

Ne güzel de çorba ettim konuyu değil mi? Allah aşkına okuduklarınızdan net bir şey anladınız mı?  Yani anlayan beni iyi çözmüş o zaman tebriklerJ

 

Toparlamam gerekirse, örneğimden de yola çıkarak, karşınızdakinin sizi “sizin gibi” ya da “sizinle aynı miktarda” sevmediğini anlayacağınız güne kadar O’nu hayatınızda koymamanız gereken bir yere koyuyorsunuz. O zamanda eksen kayıyor. Tüm denge bozuluyor. İşte ben başta yazdığım sözü bu yüzden çok doğru bulurum. Buradaki püf noktası denksizliği bir an önce kavrayıp herkesi olması gereken yere koymak. O zaman görüyorsunuz ki denge sorunu kalmamış. Herkes ve her duygu yerinde.

Hayatım boyunca bu denksizliği çok yaşadım. İnanın bana ,yukarda verdiğim örnek hafif kalır. Şikayetçi de olmadım çünkü aslolan benim duygumdu. Daha çok seven, daha çok koruyan, daha çok güvenen ya da daha çok veren  taraf olmaktan gocunmadım. Sadece çok yorucudur herkes kaldıramaz o yüzden size tavsiyem denk tutmaya çalışın. Bu tavsiyeyi de  sakın kadın-erkek ilişkisi olarak sınırlandırmayın. Çünkü ben bu yazıyı,  yaşarken kaybettiğim tüm eski  arkadaşlarımı ve dostlarımı düşünerek yazdım. Denk olmayan şeyler illa sevgiliye hissedilmez.

Her durumda dengi bulun sonra çok yorulur ve yıpranırsınız.

Vermek çok güzeldir ama bir noktadan sonra insan kendinde bir şey kalmadığını görür. Ve bırakır. Karşısındakini bırakır O’nu sevmeyi değil.

Denksiz duygular yıkıcıdır ama öldürmez. Öldüren karşılıksızlıktır.

Duygularınız hep karşılıklı, miktarları da hep denk olsun…

 

 

Not:

Tabii dengesiz ve sorunlular da hemen “oh aradan sıyrıldık” sanmasın. Sizleri Allah’a havale ediyoruz .  

 

Öperim.

 

 

 

 

20 Mart 2014 Perşembe

Bekar bakışı evlilik.

Alan büyükse çare kuş bakışıdır ya net kavramak için. Evliliği kavramak için de bekar bakışı gerekir bazen.
Konunun evlilik olduğu tartışma programlarına bir bakın. Konuşmacılar ya hali hazırda ya da zamanında evlidir.  Çıkıp da bir Allah’ın kulu bekara sormaz  evlilik hakkındaki düşüncelerini. Çünkü bazı şeyler “tecrübeyle sabittir.”
Olur mu öyle şey yahu! Tamam evliliğin kitabını yazamaz bekar insan ama hiç değilse anne babasını temel alarak birkaç nacizane genellemede bulunup,  etrafında şahit olduğu evliliklerden yola çıkarak konu hakkında  yorum yapamaz mı?
Hepsini geçtim bu kardeşimizin  “ideal evlilik” kavramı, bir güzel hayali de mi yok?
Siz o programa neden çıkartmıyorsunuz bu insanları soruyorum? J
Tamam tamam abarttım... Memleketin birincil sorunuymuş gibi coştum biliyorum.
Biraz gülün istedim be… Valla iyi olun…
Neyse eksen kaydı yine…
Konuya geri dönmem gerekirse gerçekten yaşamadan bilemezsin bazı şeyleri. Evlilik de bu anlamda ahkam kesilecek konu değildir. Yalnız her insanın kafasında bir “ideal” muhakkak vardır.
Şu konunun evlilik olduğu program var ya… Orada illa ki örnek bir çiftimiz olur hani… 50 yıllık evliliklerinin sırrını anlatan 70’lerinde tatlı mı tatlı bir çift. Programı sunan hemen sorar “mutlu evliliğin sırrı” diye. Cevap klasik “Her şeyden önce saygı.”
Genellemeler izafidir. İnsan önceliklerinden yola çıkarak geneller.
 O güzel çiften özür dileyerek kendilerine katılmadığımı söylemek isterim. Çünkü saygı kendiliğinden gelişen bir şey değildir. Sevgisiz saygı olmaz. Bu derin konuya girmeden kısa kesmem gerekirse benim için her şeyde olduğu gibi evlilikte de sevgi esas olmalıdır.  Etrafıma bakıyorum da siz ister “mantık evliliği”  ister günümüz  meali  “proje evliliği” deyin, nasıl siniyor içlerine?  İnsanın kalbi almıyor. Aklına sığmıyor. Düşünsenize karşınızdakine “yeteri kadar” veya  “olması gerektiği gibi” ya da uzatmayalım “kalpten” bağlı değilsiniz. Hissettiğiniz şey “sevgi” değil.  Rahat bir hayat imkanı, belki çocuk özlemi  en beteri de “tüm arkadaşlarım evli bir ben bekarım” kaygısından insan nasıl olur da evlenir benim algılarım almıyor.  Zaten sevgisiz  yapılan hiçbir şeyi aklım almıyor…
O yüzden benim için uzun uzun bir evlilik tanımı  yok. Eğer sağlam bir sevgi varsa (sağlam sevgi oldukça sağlam) zaten diğerleri “teknik” olarak gelişir. Örnek: Saygı-güven-anlayış vs.
Asıl soru mu…  O “sağlam” dediğin sevgini ne kadar muhafaza edebileceksin. Kimlerden  koruyup hangi dış etkilerden sakınıp da yıllarca yaşatabileceksin?
İşte asıl meselen bu olmalı. Sevdin anladık da,
Ne kadar sürdürebileceksin…

Canım okuyucuma not:
Bakmayın böyle düşündüğüme, tabii ki körü körüne sevgiyle evlilik olmaz… Bunun  bilincindeyim… Anlatmaya çalıştığım eğer kalpten seveceğin ,sağlam karakterli ve biraz da dengin (üzgünüm o kadar da olacak) bir insan kısmet olmamışsa sana, evlilik için yanıp tutuşmak niye? Allah yazdıysa olur . Sen bu kısmı O’na bırak. Asıl meselene dön.
Sevmediğin biriyle hayatını nasıl kuracaksın?
Ben böyle mantığı ne yapayım?
Bu mantık değil olsa olsa ticarettir, projedir, anlaşmadır.
Ve hiçbir anlaşma maddesinde sevginin zerresini dahi   göremezsin.

Bu yazıyı okuyan evliler inşallah hayat boyu sevgilerini korurlar. Allah ayırmasın.
Bekarlara ise  gönüllerine göre versin.

Allah ne derse o bazen… Çabalayın… Ama zorlamayın…

Sevgiyle,

Gözde




19 Mart 2014 Çarşamba

Hayırlıysa zaten okursun.

Her şeyin hayırlısını istemekle olayların sonunda “hayırlısı”  demek aynı şey değildir.  İlki dilektir. İkincisi kabullenmek. Çünkü “hayırlısını” dilediğiniz her şey için çabalayabilme ihtimaliniz varken “hayırlısı”  demekle kabullenmiş olursunuz.
“Hayırlısı”  “pes ettim, buraya kadarmış, denedim ama olmuyor, Allah ne derse o” cümlelerine tekabül eder. Çok kadercidir. Sevmem bu tavrı.
Yanlış anlamayın tabii ki her şeyin hayırlısı başımıza gelsin bu hayatta. Allah iyi yazılar yazmış olsun, bizim için kötü olacaksa ,çok istediğimiz bir şey olsa dahi , hiç olmasın. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Ama sen her olumsuz duruma , başına gelen her felakete,sıkıntıya ya da her başarısızlık sonrasına “hayırlısı” dersen ben de sana “korkak” derim.
Çünkü bunun sonu tekerrür. Bunun sonu boyun eğme. Bunun sonu kendini kandırma. Ve inan bunun sonu yok.
Çünkü kendini kaderin bilinmez kollarına bırakmak hayat boyu süren bir şekerleme halidir. Ne tam uyursun ne tam uyanık.
Çünkü “hayırlısı kaderciliği” kendini temize çıkartma çabasıdır. “Benden çıktı bu iş artık bende değil”  demektir.
Çünkü çok değil bir adım atmaya cesaret edebilseydin belki her şey başka olacaktı…

Geriye dönüp elde edemediklerini bir düşün. Hepsinin temelinde hayırlısına  bırakmak tuğlaları örülüdür. Atamadığın adımda, söyleyemediğin  sözde, gidemediğin  yerde, kabullendiğin her durumda bu tavrın izlerini bulacaksın.
Hayırlısını dile… Ama kendini o rahatlığa kaptırma.
Biraz çabala.
Belki de hayırlısı Allah’ın, sendeki çabalama isteğini görmesindedir!  

Bunlar yazması kolay okuması rahat konular biliyorum. Ahkam kesmek haddime değil onu da biliyorum. Bunları düşünüyor olmam bire bir uyguladığım anlamına gelmez evet…  Ama hiç değilse farkındayım. Bir çabam var.
Sen neyin ne kadar farkındasın?
Belki de tek mesele budur. Senin farkında olman hakkında en hayırlısıdır.

Bu hayatta ısrarla olmayan şeyler vardır. Bir de çok üstünde durulmamış, olmamış şeyler. İkisini yalnız kişi ayırt eder.
Bir türlü olmayan işlere selam olsun. Onlarda hayır vardır.
Ama daha bir adım bile atmadan olmadı diye kadere bırakılan işleri sakın suçlama.
Belki de senin korkaklığını kırmanda herkes için bir hayır vardır.


Not:
Bu yazı işleri git gide zorlaşıyor benim için. Açıkçası bende kaderci bir tavır sergilemekteyim bloguma karşı. 
Deniz bitti çok kaderci bir yaklaşımdır.
Tüm çabalayanlara selam olsun.


Teşekkür ederim okuduğunuz için,
Her zaman söylemekte fayda var ki bu yazılar sadece sevdiğim ve beni seven insanlara yazılmıştır.

Aramızda hiçbir bağ olmayıp da okuyanlara ayrıca teşekkür ederdim.



İyi olun, biraz da çabalayın.

Sevgiler,

Gözde


   
   


16 Mart 2014 Pazar

isimsiz.


Bir gün gelecek ve her şey anlamsız kalacak. O banka oturup denize bakacaksın. Hayat boyu kafana taktıkların çok uzakta…

“Niye?”  değil,

“Öyle olması gerekiyordu”  diyeceksin.

Sadece hissettiklerini hatırlayacaksın ama inan hiçbir anlamı olmayacak.

“O zaman şimdi neden düşünüyorsun bunları madem bir zaman olacak ve hepsi bitecek…” demeyeceğim. Çünkü şu an olması gereken histesin. Bankın uzağındasın. Belki 30 bilmem 40 yıl ömrün var. Daha erken.

Hissettiklerini hatırlamak ama anlamsızlığını bilmek…  Daha değil.

Biraz daha ağlamalısın.

Biraz daha sar kafaya.

Daha dur belki bunlar şükredeceğin günlerin.

Ama unutma!

Bir gün gelecek ve sen o banka oturacaksın. Dostun deniz karşında, gitgide gözden kaybolan gemi misali tüm takıntıların…

“Değer miydi?” değil,

“Öyle olması gerekiyordu” diyeceksin.

Gözün geminin kaybolduğu noktada takılı kalacak.

Artık düşünme.

Bir anlamı kalmadı.

 

 

Not:

Özgürlük bir lükstür. Kıymetini bilin.

Bazen bir laf edersin ve “ne alaka şimdi” olur ortalık değil mi?

Ben de öyle tahmin etmiştim.

 

Gözde

 

 

 

 

 

11 Mart 2014 Salı

Gezi şehitlerine ithafen...

Bu yazı Gezi olayları sırasında katledilen tüm kardeşlerime gelsin…

“Kardeşlerim” derken bunu laf olsun diye söylemedim. Bu sabah Berkin’i duydum ya… İşte yine o fiziksel “can acısı”
Hayatımın belli dönemlerinde hissettiğim o acıyı duyunca o zaman anladım laf olsun diye olmadığını… İçimden bir şey sökülmüş gibi, kalbim acıdı. Bahsettiğim kesinlikle fiziksel bir acı… Siz de yaşamışsınızdır muhakkak. Ben bunu çok ağır durumlarda hissederim.
Çok az söylerim…
Berkin canımı yaktı.
“Söyleyecek söz bulamıyorum” derler ya… Ben hiçbir zaman buna inanmadım. Çünkü her zaman illa ki söylenecek bir şeyler olurdu. Ama bu sefer gerçekten tıkandım.
Beddua mı edelim küfrü mü basalım… Sokaklara çıkıp  kafamıza bir kurşun mu yiyelim yoksa ağlayalım mı?
Bana biri yapacak bir şey söylesin…
Ben neden her sabah acaba bu gün ne olacak kaygısıyla uyanıp, akşam eve giderken haberlerde ne izleyeceğim bakalım endişesini taşıyayım…
Neden  gülerken  utanayım ya da   yaşamak  ayıp kaçsın… Neden…
Biri bana söylesin…
Beni kendi ülkemde mutsuz etmeye ne hakkınız vardı? O çocukların hiç yaşayamayacağı duyguları çalmaya ne hakkınız vardı?  O anaları yakmaya ne hakkınız vardı?
Ne hakkınız vardı ey eli kanlı katiller!


Yazılarımla ne kadar insana ulaşırım bilmiyorum ama bir kişi bile okuyup düşünse yeter benim için. Ben inanıyorum ki ,bu olanları hiç tahmin etmeden,  zamanında oy verenler şimdi pişman. Geç kalmış sayılmazsınız. Kendiniz için olmasa da var olan çocuklarınız ya da doğacak torunlarınız için…
Elinizi vicdanınıza koyun.

Bu ülke “hırsız” ve “katil” diye anılan insanlar tarafından yönetilmeyi  hak ediyor mu… Onca kan boşuna mı döküldü bu topraklarda…
Kalbinizi dinleyin…

Hayalperest olmaya gerek yok. Kim gelirse gelsin  illa ki olumsuzluklar olacak. Ama bir düşünün… Bunca kıyım…  Bir sürü darbe görmüş insanların bile  “daha önce hiç böyle bir hükümet gelmedi” dediği bir yönetim şekli…
Aklınızı çalıştırın…


Son olarak;
Bugün Berkin ölmüş dediğimde “Berkin kim?”  diyenler oldu. Bu kayıtsızlığı asla affetmiyorum. Renksizliği affetmiyorum.  
Çünkü;
Tarafsızlık karaktersizliktir.

Tüm kardeşlerimin mekanı cennet olsun.  Ahirette karşılaşmak dileğiyle.
Ne yazık ki  bu kabus dolu günler bitene kadar güvendiğim tek adalet Allah’ınkidir.



Gözde

9 Mart 2014 Pazar

İyiliğini abartma.


İyiliğini abartma.

Bu sözü bana “alınganlığını abartma” versiyonuyla çok eski bir arkadaşım söylemişti. Geçen hafta yaşadığım daha doğrusu “kendime yaşattığım” bir olay sonucu bu cümleden esinledim ve facebooka yazdım.

“Kendime Not. İyiliğini abartma.”

Hepimiz bazen hissederiz bunu. İyilikle enayilik arasındaki çizgiyi ne kadar aştık diye düşünürüz.  Yaparken pek kahramancadır da o iyilikler yaptıklarınıza karşılık aldığınız  geri dönüşlerin tarzı, miktarı ya da hiçliği bizi “kahraman” havasından “enayi ezikliğine” sert ama olması gereken bir geçişe sürükler. Olması gerekende ısrarcıyım çünkü eğer sen her türlü kullanılmaya ve nankörlüğe rağmen hoyratça iyilik yapma ısrarını sürdürüyorsan  ya işgüzarsındır ya da enayi.

Hiç kusura bakma.

Nerden mi biliyorum?

Bak şimdi güldüm!

Böyle dedim diye hiç iyilik de yapmazsın sen artık! Kapkara bir kalple gezersin hatta bencillerin efendisi bile olursun bu gidişle.

Yapma…

Gel dinle beni… Anlaman için madde madde gideceğim.


Herkese iyilik yapmamakla kimseye iyilik yapmamak arasında fark var. Birincisinde adamına göre muamele esastır. Diğeri ise kalbin kanseridir. Yapma. Sana bir iyilik yapana sen üç iyilik yap ama on iyilik yapma. Abartma. Gözünü seveyim abartma.


Karşılık bekleme.  İyilik herhangi bir maddi ya da manevi  karşılık beklemeksizin yapılır. Allah rızası için, insanlık adına ya da sadece karşındakini sevdiğinden belki acıdığından ya da vefa borcundan.  Ama asla  karşılık için değil. O zaman  yaptığın şey “tİcarete” girer. İyilik yapmanın ticareti olmaz .


Enayilik boyutuna mı geldin… Kullanılıyorsun artık belli değil mi? Hemen olay yerini terk et. Yaptıkların yanına kar karşındakinin sırtına yük olsun hayat boyu. Sen kalbini karartma.

“İyilik yap denize at” derler ya… Sen bakma. O sözü söyleyenin canı yanmış. Sonradan iyi insan olunmaz. Sonradan kötü insan da olunmaz.

Sonradan canı yanmış olunur.

Sen bakma O da zamanla unutur…

İyi niyet insanın uzvudur.

Kısa bir aradan sonra tekrar yazmak güzel geldi. Devamı gelir mi gerçekten bilmiyorum çünkü korkuyorum açıkça söylemem gerekirse. Yazdıkça keşfetmek diye bir illet var.

İllet diyorum çünkü fazla bilinç insanı yoran bir şey.

Yorulmak için fazla yorgunum.

Fazlasını bilmek istemiyorum.

Fazla bilmek insanı öldüren bir şey.



Beni seven okuyucuma not

Bu yazıyı kendini sürekli iyilik yaparken bulan güzel yürekli insanlara yazdım. Kullanıldığını bile bile kendinden taviz vermenin ne demek olduğunu bilirim. Yılın 364 günü iyi ol. Tek bir gün hatan olmasın hepsini unuturlar bilirim. Sen tüm iyi niyetinle çabalarsın ve karşındaki için çok büyük bir şey yaptım zannedersin. Oysa aldığın en yüreklendirici tepki “ne gerek vardı” repliğidir bilirim.

”Yapmasaydın!” ya da sadece kuru ve soğuk bir “sağol”  derler bilirim. Teşekkür etmenin içtenliği ve “sağol” kelimesini yapmacıklığı. Farkı hissederim.

 “Enayiye bak nasılsa O yapıyor, yapsın”  derler bilirim.

“ Bu  kesin bir karşılık bekliyor yoksan neden yapsın bunca iyiliği” derler bilirim.

Hepsini bilirim de yine de gözlerinin içine baka baka yapmaya devam ederim.

Çünkü bilirim.

Kimseye iyilik yapmamakla herkese iyilik yapmak arasında çok ince bir çizgi vardır. Ve eğer dengeyi bulamıyorsan çizginin ya “kanser” tarafındasındır ya “enayilik.”

Ben bu yaşımda hala dengeyi bulamadım.

Siz bulanlardan olun.

Allah kötüden ve nankörden korusun.

Çünkü en nihayetinde bilirim, iyiliğin kadar güzelsin!



Okuduğunuz için teşekkür ederim.

İyi bir hafta geçirin. İyi olacak çünkü hala nefes alıyorsunuz.

Gözde