20 Eylül 2014 Cumartesi

Başkasına ait olanı belirlemek ve "anlar" üzerine.


Söylediğimiz ya da söylemediğimiz hatta söyle(ye)mediğimiz…

Yaptığımız ya da yapmadığımız hatta yap(a)madığımız…

 

Tek kelime… Tek hareket… Herhangi bir eylem…

 

Akibetimizi belirlediğimizi sanırız. Kendi kaderimizi çizdiğimizi… Tek saniye,  belki bir an… Tüm hayatımızı etkileyecektir biliriz.

 

Hepimizin böyle anları olmuştur eminim. Olay sırasında ,sıcağı sıcağına, farkına varmayız lakin belli bir süre geçtikten sonra o ufacık “an”, o tek “kelime” belki “kısa bir konuşma” ya da eylemin kendi her ne ise çok şeyi değiştirmiştir, anlarız.  Değişenin, yeni olanın olumlu ya da olumsuz özelliğinden bahsetmiyorum. İyi ya da kötü bir şeyler değişir. Biz yaparız, biz değiştiririz. Hayat bizimdir.

 

Mesela ben…   Tek saniye ile kaçırdığım fırsatlar oldu benim…  Yapmadığım bir konuşma çok farklı yerlere getirdi beni ya da verdiğim bir kararla hayatım değişti. Söylediğim tek kelime işleri yüz seksen derece ile tanıştırdı hatta insanların pişmanlıkla karıştırdığı aslında “şimdiki aklım olsa yapmam”  dediğim şeyleri yapıp bugünüme selam çakmışımdır eminim…

E ben de insanım. Her ne kadar bu blog  “genelde olanla” ilgiliyse de ben de o genelin içindeyim. Her şey benim için de geçerli ama aynı ölçüde benim dışımda olabilir...

 

Kendimden çıkıp insanoğluna dönecek olursam,  şunu söylemek istiyorum…  Asıl konu ne biliyor musunuz? İnsan sadece kendi hayatını değiştiren “anlar” yaşadığını zanneder durur ya. İşte yine yanılır. Yine bencillik yapar – ben de yapmışımdır, bunu da yapmışımdır elbet-

 

İnsan o “anlarla” başka insanların  kaderini de belirleyebilir. Üstelik ve ne yazık ki başkalarının hayatına dokundukları “o anlardan” habersizdir çoğu zaman. Sizin için yaşadığınız binlerce günün içinden sıradan bir gün ,  söylediğiniz milyonlarca kelimenin içinden aklınızda kalmayan anlamsız bir “kelime” , yapmadığınızın farkında bile olmadığınız ve gerçekten de yapmadığınız  yada tam tersi yaptığınızdan bir haber  yaptığınız herhangi bir “şey”…  Söylemeye üşendiğiniz bir “söz” bile… Bir hayatı deler geçer…  Bir hayatı alır en güzel yere koyar...

Bu durumu sadece olumsuz algılamayın lütfen.  Yine kendime dönersem,  benim için hayati önemi olan bir şey söylediğinde hiç tanımadığım biri bile olsa sarılmışlığım vardır.  O kişi için her gün yaptığı bir konuşmadır da benim aylardır beklediğim sözlerdir…

Yani demem o ki bu başkalarının belirlediği anların sonuçlarını sadece olumsuz tarafından almayın. Bu uyarıyı da yapıyorum çünkü ben genelde her haltı olumsuz algıladığımdan herkesin de beni okurken olumsuz yanları çekip alacağını düşünüyorum. Yoksa okuyucumum zekasına ve kalbine güvenim sonsuz : )

 

Olumlu etkiler çok güzel, keşke hep olsa… Hepimiz bir hayata dokunsak da güzelleştirsek keşke… Farkında olmasak bile yapsak bunu. Ama… Gel gelelim kendimizden başka nefes alan yokmuş gibi yaşayıp, hoyratça davranmak ya da hiç bir şey yapmamak… Yapıp sonra yapmamak… Yapmak ama batırmak…

 

Tek bir an…

 

Senin için tek bir ”an” belli ki… Ama ya O?

Senin hayatının dönüm noktası başkasının da yolunu değiştirmiştir kim bilir?

 

 

Bu yazıyı okuduktan sonra yapacağınız ilk iş başka birinin kaderini etkileyebilir. Değişmeyen şeyler vardır. Değişebilecekleri etkileyebileceğini unutmadan yaşarsan daha acımasız olursun.

 

 

Olumlu ya da olumsuz…

 

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim,

 

 

Sevgiler…

 

 

Gözde

8 Eylül 2014 Pazartesi

Yeni Türkiye ve Bedava Hayatları


Ülkemiz  -çoğunluğun tabiri ile Yeni Türkiye’miz- insan hayatının ucuz değil bedava olduğu bir yerdir.

İstiklal’de yürürken başınıza cam düşebilir, trafikte -sırf size  sinirlendiği için- adamın biri gelip ensenize yumruğu yapıştırabilir, karşılık alamayan platonik bir “aşık” tarafından kurşuna dizilebilir, evliyken sahiplenmemiş fakat boşanınca “badem gözlü” olduğunuz eski eş tarafından üstelik çocuklarınızın gözü önünde katledilebilir, üniversite öğrencisiyken tatil dönemi üç kuruş biriktirmek için çalışmaya gittiğiniz inşaatta  “iş kazasına” maruz kalabilir , ekmek parası uğruna ter döktüğünüz  maden ocağında göçük altında kalıp  “kader” kurbanı olabilir,  durakta beklerken üzerinize bir belediye otobüsü çıkabilir ya da üst geçitte yürürken  damperli bir kamyon aracılığı ile yerle bir olabilirsiniz.

Herhangi bir korku filmi senaryosundan almadığım, birebir ülkemizde  yaşanmış bu  örnekleri çoğaltabilirim elbet. Lakin yazarken nefesim daraldı, okurken daha beter olun istemiyorum.  Muhtemelen akşam ana haber bültenini izlerken yeni örnekleri duyacaksınız.

Bu olaylara şahit olmanın verdiği üzüntü yetmezmiş gibi bunlarla ilgili hiçbir yaptırımın olmaması da beni çok üzüyor.  En kötü ihtimal birkaç yıl içerde yatar, iyi halden çıkarsın. En basitinden bir basın toplantısı düzenler  şirketini savunursun. En kolayı kendi kafana da sıkar bu dünyadan da  yaptığının cezasından da sıyrılırsın.  “Fıtrat” der geçersin en vicdansızından…

Şimdi biz ne yapalım? Kime kızalım… Bu olaylara sebebiyet veren, bu katliamları yapan insanlara ne diyelim? Ya da nasıl bir değerlendirme yapalım?

 Emrinde çalıştırdığı insanların güvenliğini düşünmeden,  ölümlerine sebebiyet veren şirketin patronu mesela? Nasıl bir açıklaması olabilir bu adamın?  Para hırsı mı? Kapitalizm mi?

Karısını katleden,basit bir sokak kavgasında karşısındakini öldüren adam cani mi sizce? Akıl sağlığı mı yerinde değil? Ya da biraz daha derine inelim, ailesi mi suçlu yetiştirirken?

Otobüs  şoförünün pervasızca  durağa dalmasının  izahı cehalet olabilir mi? Ya da damperini açan kamyon şoförü  dikkatsiz mi?

Ben bu tip olayların  “cehalet”  “dikkatsizlik” “delilik” gibi kelimelerle geçiştirilmesine karşıyım. Hangi dikkatsizlik bir insan hayatına mal olur ya da nasıl bir akıl noksanlığı sevdiği insanı yüz yerinden bıçaklatır insana? Ya da tüm bu insanlar cahil olabilir mi?

 

Kimse kusura bakmasın. Çok ağır cezalarla bu suçların yarıdan aza ineceğini düşünüyorum ben. Bir insanı katleden birini idam ederseniz ortada ne “cahil” kalır ne “deli” bence!  Çünkü bu insanların gayet bilinçli suç işlediklerine inanıyorum.  Çünkü katliam haberlerini izledikçe bunun meşruluğuna inanan yaratıklarla,  “Vay gidene, ertesi gün hatırlanmaz bile” anlayışına bel bağlamış, gözü paradan başka şey görmeyen vicdansızlar var bu toplumda.

Ama bir de çok güzel bir söz var.

“Balık baştan kokar!”

 

Suçları sıfırladık mı?

 

Valla kim neyi sıfırladı bilmiyorum ama insan hayatının bedelinin sıfır olduğu bir gerçek.

Yazık… Çok yazık…

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Eylül 2014 Pazartesi

Tarlanın ortasındayım.


Hayalimdeki bahçe, bildiğin “tarla” çıktığından beri düşünüyorum.

Kibir! Vardığım sonuç tam olarak da bu…

Yürüdüğüm yolun “uzun ve dikenli” olduğunu düşünerek,  o yolu “hakkıyla” tamamladığımı düşünerek, kısacası o  güzel bahçeyi “hak ettiğimi” düşünerek… Böbürlendim…

Yürüdüğüm yolun uzunluğunu bilmem de dikenler yeterince batmamış demek…

Bir önceki yazımda da  bahsettiğim gibi, Allah adına karar vermek ve Allah’ın bu model kullarına sabrı muazzam. Her şeyi  O’nun takdirine bırakmak ise beni durduran bir şey.  Son zamanlarda bu konuyla ilgili ciddi ve önemsediğim ölçüde yanlış anlaşılıyorum. Uzatıp okurken sıkılmanızı istemem, üstelik kendimi defalarca izah etmeye  ne halim ne de isteğim var ama son kez söylemek isterim ki “tevekkül” insanı tembelleştirmez. Tam tersine her şeyi layığı ile yapmaya devam eder sonucunu Allah’a bırakırsın .  Olmadığı noktadaki üzüntünse, eğer  bu inanç kök salmışsa içinde, bir noktada “kaldırılabilir” olur.  İşte bir devrik kelime daha! “kaldırılabilir”  Senin “kaldırılabilir üzüntün”  seni yolundan etmez. İşinden etmez. Arkadaşlarından etmez. Ailenden etmez. Sağlığından etmez. En işe yarar olanı ise seni senden etmez.

Şimdi soru…

Hala “tevekkül” diye diye her şeyi bıraktığımı mı düşünüyorsunuz?

Başka sorum yok.

 

Yolumdan dönmüşlüğüm yok,  hem tarla dediğin de ekilmek için değil midir? Belki güzel bir bahçem olacaktı ama hazıra konmuş hissedecektim. Şimdiyse tarlayı gönlümce ekerim.

Bilmiyorum… Belki de tarlayı iade edip dikenleri arttırma seçeneğine giderim. “Acı yok”  efsanesine  giren ben değil miydim? Al sana diken hem de en devesinden.

Bilmiyorum…

 

Ben hala yolun yeterince zor benimse yeterince yürümüş olduğumu düşünüyorum içten içe. Allah affetsin.

 

 

Yolda yürürken…

 

Size yapılan kötülüğü unutun. Kalbinizi karartmayın. Hakkınızı helal edin ve yüklerinizden kurtulun.

Eğer siz değişebileceğinizi düşünüyorsanız insanların da değişeceğine inanırsınız. İnsanların değişeceğine inandıkça O’nları değiştirmeye kalkarsınız. Lakin gerçek olan insanın değişmeyeceğidir.

Sevginizi  ve iyiliğinizi  abartmayın. Çünkü siz iyi oldukça sömürecekler  ve siz çok sevdikçe kıracaklar.

Söz vermeyin. Yapacağınıza yüzde yüz emin olsanız dahi lütfen söz vermeyin.

Hoyratça beddua, içiniz yansa da  “ah” etmeyin. İlahi adalet bu işi sizin adınıza yapar.

Size, kardeşinize, annenize ,babanıza,eşinize, arkadaşınıza yapılsa kızacağınız ya da üzüleceğiniz hiçbir şeyi karşınızdakine yapmayın.

Kompleksten uzak, komplekslilerden iki kere uzak olun.

Kıskanmayın. Kimseyi  kıskanmayın. Kıskançlık havadaki nem gibidir. İnsana yapışır. Ve sadece O’na sıkıntı verir.

İnsanların güzelliklerini dillendirin. Kişiyi iyi hissettiren daha etkin bir iletişim bilmiyorum.

Herkesin duygularını yaşama ve ifade biçimi farklıdır. İnsanları kendi algınızla değerlendirdiğiniz sürece mutsuz olacaksınız.

Kimseden bir şey beklemeyin. Sizin en büyük belki de tek kahramanınız sizsiniz.

Bir kalpte merhamet varsa gerisi teferruattır. Merhametinizi hatırlayın. Merhametinizi hissedin. Merhametinizi gösterin. Merhametli olun diyemem çünkü merhamet sonradan kazanılan bir erdem değildir. Doğuştan ya vardır ya yoktur. Merhametle ilgili her söz ona sahip olanları bağlar. Diğerleri dünya üzerindeki canavarlardır. Ve canavarlar hakkında konuşulmaz. Hiç değilse bu blogta!

Dünya üzerinde, aklınıza gelebilecek her ilişkinin temeli sevgidir. Saygı sevgi sayesinde gelişir. Sevgi her şeyin anahtarı, çaresi, sebebi ve sonucudur.

Cesur olun. Cesur olamayan   sizi suçlu hissettirir.

Sizi mutlu eden şeyler yapın.

Ağlak insanlardan uzak durun. Karamsar olmak bir mizaç meselesidir. Gerçekçi olmakla paralel gider.  Ağlaklık ise karamsarlık adı altında  kişinin etrafındakileri  dibe çekme isteğidir.

Olumlu düşünün. Korktuğunuz her zaman başınıza gelir.

Adaletli olun. Tüm köylerden kovulacağınızı bilseniz de doğruyu savunun.

Gerçekçi olun. Hayal kurmak için kirli bir dünyadayız. Hayallerinizin altında kalmayın.

Dibe vurmaktan korkmayın. Hayatı boyunca su üstünde olan kimse yaşamamıştır. Dibe vurun. Dipte durmayın.

Her şey “nasılsın?” sorusu  ile başlar. İnsanlara nasıl olduklarını sorun. Sormak için değil önemsediğiniz için sorun.

İnsanları önemseyin. Sizi önemseyenleri daha da önemseyin. Kimsenin duyguları ile oynamayın. İnsanların duygularıyla oynamak en büyük kul hakkıdır.Haklar helal edilir elbet fazla yük… Lakin siz başınızı yastığa huzur içinde koyar mısınız… İşte asıl nokta bu. Kimsenin hakkını almayın.

 

 

Uzun ve dikenli “o” yolda yapılması gerekenlerin bir kısmı bunlar… Aklıma gelenler… Ailemizin öğrettiği,  büyüklerimizden duyduğumuz, kitaplardan okuduğumuz … Hepimizin bildiği…

 

 

 

 

Şimdi soru…

Tüm bunları yapabildiğimi mi zannediyorsunuz?

 

Tarlanın ortasındayım diyorum.

Başka cevabım yok.

 

 

 

 
Sevgiler,

 

Gözde