24 Kasım 2019 Pazar

Değişmek aynı kalarak farklı tepkiler vermektir.

“Değişmek, aynı kalarak farklı tepkiler vermektir.”

Bu sözü herhangi bir yerden alıntılamadım  malum, yazılarıma başlarken  yaparım bazen. Bu sefer kendi özlü cümlem ile giriş yapmak istedim. Yeni keşfetmiş ,  adeta yürümeye konuşmaya başlayan bebekler gibiyim. Sürekli bir mırıltı ve emeklerken doğrulup bir duvara toslayıncaya kadar adım atabilme hali benimki!
Artık  duvara toslamayalım diyorum canım okuyucu ne diyorsun , o yolları geçtik sanki. Suçu sürekli kendinde bulup hayata küsmek ve böylelikle hiç bir aksiyon almamak gişe yapmaz artık. Biraz sevmeye yeltensen  acımaya başlarsın haline , bu sefer  de sorumluluk almazsın..
Yok yok bitti o devirler!
Çok uzun zamandır sabreden kaslarımı geliştirdiğimden durup beklemek, beklerken izlemeyi ve gördüklerimi çok başka okumayı öğrendim. Gönül isterdi ki bu öğretiyi  geçmişe bir yolculukla taçlandırayım ve fakat asla o kadar zamanım(ız) yok!
Fazla ünlem içerdiğine bakma, ünlem işaretleri cümlelerimin çoğul olmasından. Çoğul cümle de edebiyatımıza kazandırdığım bir güzellik olarak burada dursun:)!
Bende olan yine bende kalsın. Ben bendekiyle farklı olabilirim. 

Asla olamayacağı  birine dönüşmeye çalışmayı insanın kendisine  “zorbalığı” olarak görüyorum. 

“Yine zor olanı seçmişsin, hem aynı kalacaksın hem de hareketlerine bir çeki düzen vereceksin” diye düşündün mü? 
Ya da bir iki yüzlülük sezdin mi söylediklerimde?
İçinde volkanlar patlarlen etrafa gülücükler saçmak, bir şeyi çok merak ederken hiç ilgilenmiyormuş gibi davranmak ya da (en şahanesi)  incinmişken incinmemiş görünmek... 
Tuhaf geldi mi?
Başlarda bana hepsi geldi. İki yüzlü ve tuhaf:) Ama baktım ben bunu yaparken bir şekilde alışkanlık edinmişim. Artık samimiyetle gülerek karşılıyorum, her merakımı dillendirmiyorum ve incinmiyorum.
Tamam tamam incinmeme kısmı yeni, o kadar da değil canım sen de ! Örnek de mi vermeyelim o da olacak inşallah:)
Anlatabildim mi? 
Anlamayanlar mesaj atsın tartışalım ne olur... Ya da örnekleri çoğaltalım... bekliyorum... 
Sadece şunu sorun kendinize , siz kendinizden aslında sizinle hiç ilgisi olmayan bir insan yaratabilir misiniz?
Yoksa bu halinizle törpülenmek erdemli değil mi?
Hem kendinsin, hem kendine hakimsin hem de kendinden razısın...
Bu yol’a baş koymamak elde mi?
Haydi hep beraber ve çok şükür ederek...

Not: kendimizde olanı dizginlerken kendimizde olabilecekleri asla halı altına atmıyorum yanlış anlaşılmasın.
Tam tersine bir çok güzel huyun sonradan edinilebileceğini düşünüyorum.
Örneğin iyimserlik.
Örneğin sabır.

Kitap önerisi: Okuduğum bir kitapta merhamet duygusunun da geliştirilebileceği yazıyordu. O kısım ağır...
Henüz bu aşamaya gelemedim sayın okuyucu bu noktada ünlem işareti konudan muaf:)
Bahsettiğim kitap Kemal Sayar Hocanın “Merhamet” isimli , fikrimce ahlak aşısı niteliğinde kitabıdır.

“Sen ol ki, incinmemeyi başar. Sen ol ki, inciten senin yüzünde yeni bir hayatı okusun. İnciten ne yaptığını bilmiyor  ama , bak sen biliyorsun.”

Bence muhteşem... 


Ve son olarak,

Her şey ve herkes olması gerektiği yerdedir. Şimdi değilse bile ilerde muhakkak. Kimse dünya üzerinde kibire kapılmasın...

“Ben haklı çıktım”
“Ben biliyordum!...”

Tüm incinenlere selam ile, 

Gözde








30 Eylül 2019 Pazartesi

Duran farkındaların dönüşümü.

Selamlar kanalıma hoş geldinizzzz
Acayip tembel ve hatrı sayılır yabani bir insan olmasam bir kanal patlatırdım hani.. “Bu blogu bile zor döndürüyorum benim neyime” dediğimi duyar gibiyim!
Evet kendimi duyabiliyorum ben, size de tavsiye ederim:)
Herkes “içine sineni”  yapsın, ben yazayım bari. Hedef kitle okur elbet. Hedef kitle okumadan da anlar zaten. 
Gerisi “diğerleri” ve diğer olmayı hak ediyorlar. Diğerleri “bazı insanlar” gibi, başındaki bazı sıfatına çok yakışıyorlar.
Bazı diğerleri iyi ki var:
Olmasalar dönüşemezdim.
Evet!
Birinci tekil şahıs bir yazı sizi bekliyor.
Haydi bakalım. 
Bloğuma hoş geldiniz!


“Eğer sizi üzen kişilere hala selam verebiliyorsanız, bu vicdanınızın sadakasıdır.”

Mevlana

Selam mı? Ben baya diyolog kuruyorum. Cennet garantili iletişim benimkisi iflah olmaz , kin tutmaz , kendi gibi zanneder.
Ama her şeyin bir sonu vardır özellikle 2019 bunu gözüme güzel soktu. Ben de dedim madem gözümü çıkartacaksın dur ben bu eziyeti menfaate çevireceğim.
Bu diyologlar  selam vermeye evrilsin sonrasında inceldiği yerden. Evelallah...
E önüme her gün baklava koysan bir dur derim. Hoş bak şimdi , çikolatalı pasta versen yine aynı bıkkınlık olur mu bilemedim.  Sen önüme  hamur işi ya da sütlü tatlı koy en iyisi bu metefor yağmuru burada bitsin.

Son bir kaç haftadır , üst üste  yüksek doz kötü niyete denk geldiğimden midir bilmem bu aralar tarz değiştirdim tamamen başka yönden düşünüyorum. Yapma dedikçe yapmak, bile bile bir insanın canını acıtmak, güzelliği iyiliği dillendirmemek ve hatta hasetlik, umursamazlık, arkada durup düşüşü izlemek benim yetkinlik alanım olmadı hiçbir zaman. Ve en nihayetinde , bu can sıkıcı kötü niyetlere maruz kalmak hırçınlıktan ziyade bir farkındalık yarattı.
Allah o farkındalığı bildiği gibi yapsın e mi?
Bak bir tane daha edindim artık alınması gereken aksiyonlar isyanda. Aslında edindiğim en önemli farkındalık şu oldu. Kuru kuruya farkında olan insan hiç farkında olmayandan daha geride artık eminim. Uzun zamandır enerjimi emen , canımı sıkan, kalbimi kıran ve beni geren şeyleri düşündüm. Ağırım ama kendime, yürüyorum ama yol ilerlemiyor.
Olanlar mı.. Yaşananlar mı.. insanlar mı..
Sana bir şey söyleyeyim mi? Hepsi birer oyuncu, dekor hatta acayip iyi yazılmış bir text. 
Ben anladıkça oturdum , ben fark ettikçe aynı kaldım.
Siz hiç icat ettiği şeyi kullanmayan insan gördünüz mü? Ya da keşfettiği yerlere bir kere keşfettikten sonra dönüp bakmayanı? Peki ilacını bulduğu hastalığını iyi edemeyenle karşılaştınız mı ya da çölde suyu bulmuş ama hala dili damağı kupkuru birini biliyor musunuz?
Sana bir şey söyleyeyim mi hepsi birer vesile imiş!
Beni aşağı çeken durum kesinlikle bu, her şeyin ters / kötü /olumsuz gittiğini düşündüm.
Aslında her şey olması gerektiği gibi.
Oturup düşününce ilahi düzenin kurduğu bu sistemde başka türlüsü iyi ki olmamış. İyi ki “istediğim  gibi” modeli bana uymamış. 
Sen , işler senin “istediğini sandığın”  gibi gitseydi olabilecekleri düşündün mü hiç Gözde?
Önce olması gereken oluyor kısmını kabul et sonra fark edersin. Maruz kaldıklarımı kendime bir tehdit görerek savaş açmak yerine onları yanıma koydum. Tıpkı acıyı üzüntüyü kabullenmek gibi. Hiç farkı yok. Şimdi bu kötü niyetler , üzüntülü şeyler ve hamur işleriyle baş başayım. 
“Olması gerektiği gibiyi” anlayan fark ediyor sevgili okuyucu.
Ama en kötüsü duran farkındalar.
Sonunu düşünen kahraman olamaz.
Şimdi değilse hiç bir zaman ...

O çikolatalı pasta yapılacak!
Coming soon.

Tabii sen metefor yapmaya devam ediyorum zannediyorsun.

Hehe...

Peki öyle olsun ;)


Seni üzenlere ne yapıyorsan ya da yapmıyorsan dur.
Sadaka bile adilse sevaptır.
Güle gül taşa sukunet.
Mevlana da şimdi yaşasaydı benim gibi düşünürdü eminim.


Kaldı ki düşmanın attığı taş beni yaralamaz.



Haydi yapabiliriz...

Sevgiler,


Not: virgülle bitişin nedeni devamı geleceğindendir. Birinci tekil şahıs yazımı genellemenizi umarım. Bir küçük “işte bu” beni mutlu eder.
Tarzım değil , bir sonrakine hep beraber yazarız;) ben ben ben... Ne yaşarsak yaşayalım asla!

Teşekkür ederim.

15 Eylül 2019 Pazar

Hassasiyetin ölçüsü: anne olmak!

Aslında  bu konu ile ilgili yazmak  hep aklımdaydı çünkü malum “alım” var ve bazı söylemlere oldukça içerliyor (idim) ... “Di ile geçmiş zaman” sağ olsun, sonradan araya başka kırgınlıklar girdi. Onlarla ilgilenmek durumunda kaldım , belki biraz Onlar’a yazdım. Ve şu an bahsi geçiyorsa olanları önemsemiyorum demektir.
Genele bakarsak, bahsetmediğimizde önemsemediğimiz zannedilir.
O iş öyle değildir.
İnsan kadar karmaşığı varsa söyle.
Ya da dur şimdi bir şey söyleme bu başka bir mevzu. 
Nerede kaldım.. Heh evet bugünkü yazım biraz ertelenmiş bir konuya ait.
Yanlış anlaşılmaya, kırmaya kırılmaya çok müsait ve ben kimseyi kırmak istemiyorum.
Evet konumuz annelik. Aslında bence evlilik ve annelik de diyebiliriz.
Billur Kalkavan ile başlayan tartışmayı hepiniz biliyorsunuzdur. Dobra direkt insanlara bayılıyorum, Billur Hanım’ı da hep gülümsemeli onayla dinlerim fakat bu sefer biraz ileri gitmiş. Ben kendisi gibi “kertenkele bile yapıyor..!” demeyeceğim:) Alem kadın. Ama o kadar da değil çünkü ben böyle düşünürsem önce anneme sonra ablama ve çevremdeki fedakar annelere büyük haksızlık etmiş olurum. Çünkü hepsinin nelerden vazgeçtiğini, neleri ertelediğini, nasıl emek verdiğini biliyorum. Dünyanın en zor işini başardıklarını düşünüyorum. Cesaretlerine ve güçlerine hayranım. Ve kimse boş konuşmasın , anne olmak yürek ister. 
Gel gelelim bu devirde anne olmamak da yürek ister sanırım çünkü hep ikinci sınıf hatta sınıfsız , duygusuz , anlayışsız ve “eksik” hissettiriliyorsunuz.
Bu duruma en son örnek kadın cinayetlerine verilen tepki cümlelerinin  “ben bir anne olarak çok daha hassasım ..” ile başlayıp “çocuğu olan insanlar bu duyguları daha iyi anlar” ile bitiyor olmasıydı.
İşte “alın mı var” sorusunu şimdi sorabilirsiniz!
Bir insan başka bir insanın hayata gelmesine vesile olmadı diye insana dair herhangi bir duygudan muaf ya da eksik kalmış  olabilir mi sizce? 
Bunu hangi akıl düşünür handi vicdan söyler Allah aşkına! Hele evlatlarına bin bir eziyet eden canavarların yaşadığı bir toplulukta bu söylemler sadece gösteriştir.
Annelikle babalıkla sahne sanatları olmaz.
“Anne” olduğu için herhangi bir olaya karşı daha duyarlı olduğunu iddia etmek anne olmayanlara çok büyük haksızlıktır. Unutmayın ki anne olmak isteyip de olamayan binlerce insan var.  
Oh be ! Çemkirdim de biraz rahatladım. İçimde kalmış arkadaş. 
Çocukları sahneden alalım ... insanları da bir rahat bırakalım.
Bak “kertenkele bile...”  diye başlasam iyi mi olur şimdi?
Bu eşit hakaret mekanizması hem anne olanı hem de olmayanı üzer.
Ben işin “anne olmayana yüklenmeyen yükler” kısmındayım. 
Aslında iş evlilikle başlıyor hepimiz biliyoruz. Anne olmayana yapılan dolaylı şiddet asıl evli olmayana. 
Çünkü evlilik bir “sınıf” çünkü evlilik bir “ispat” çünkü evlilik bir “eksik kapatma”... O insanlar için...
Yaptıkları çocuk da proje maalesef.
Bu konuya girmeyeceğim. Bu konuya asla girmeyeceğim. Evlilikle ilgili yazım vardır aç oku yahu sende hep hazırcısın.
Evlilikle ilgili bir şey yazmayacağım bir gün evlenirsem bakarız. Sen bana hem bu yazıyı hatırlat hem de evlilik yazısını olur mu? 
Şimdi toplamam gerekirse , özellikle sosyal medyada yapılan bu hakarete artık sessiz kalmayacağım. Çünkü ben bir anne değilim ve belki hiç olamayacağım. Çünkü ben bir teyzeyim ve Canikom için can’ımı veririm. Üstüne üç çocuk doğursam da bu değişmez.
Çünkü ben de bir annenin evladıyım.
Çünkü ben bir annenin kardeşiyim ve tüm arkadaşlarımın çocuklarının teyzesiyim halasıyım.
Ve çok şükür etrafımda bu “dangalak statü annelerinden” bir tane bile yok. 
Olanı da kovalarız evelallah. Herkes haddini bilecek!
O herkes kalbinin ekmeğini yiyecek miydi yahu?
E bu kadar atarın sonu Seda Sayan’a varır.
Siz beni naif hatırlayın:))

Allah isteyen herkese hayırlı evlatlar nasip etsin, evladı olanlara da iyi yazılar yazsın.

Bir olay için üzüntünüzü dile getirirken başka insanların da en az sizin kadar o olaya  “üzülmeye engeli” olmadığını bilin. 
Bunu yapabilmek için  başkalarının derteleri ile dertlenme dersini vermeniz gerekecektir.

Hayatımızdaki nitelikli dolandırıcılar için bir yazı yazıyorum.
Bu sefer Seda Ablayı tutmam haberiniz olsun:)) 


Sevgiler

4 Eylül 2019 Çarşamba

Cebimdeki Yabancı (Yalancı) ... bu bir film eleştirisi değildir.


Sevdiğin insan tarafından sevilmemek tanıdık hikayedir. 
Asıl yıkım sevildiğini zannettiğin yerde artık (ya da başından beri) sevilmediğini anlamaktır. 
İşte bu yüzden bazı insanlar “karşılıksız sevgiye” yatkındır. İkinci seçenek kalplerine çok daha ağır gelecektir. Bilirler.
Aldatılmaya hazır değildirler. Hoş kim aldatılmaya hazır olur? Aslında hiç sevilmediğine şahitlik etmek ister?
Evet,  aldatmada kesinlikle sevgisizlik hakimiyet kurmuştur. 
Ve asıl yıkım sevdiğin insan tarafından aldatılmaktır.
“Gözde, doğruyu söyle. Bak bari bunu söyle .. Yoksa aldatıldın mıııı??”
dediğinizi okur gibiyim. 
Şu, “yazdıklarından yazanı ameliyat etme” eylemi iliklerinize işlemiş bir kere ah sevgili okuyucu. Ben hemen suları serpiyorum o halde.!!
Şöyle ki, kardeşiniz bir film izledi. Bir Türk filmi. İsmi “Cebimdeki Yabancı” ...
Vizyona girdiğinde gitmek istemiştim, olmadı (şaşırmadık) ...
Her neyse. Bir Ferzan Özpetek yapımı, Serra Yılmaz yönetmen. Oyuncular şahane. İzleyen bilir. 
Filmi anlatmak ya da eleştiri yapmak niyetinde değilim zira Ömür Gödük ( soy adını yanlış yazdığıma eminim ama idare ediver) o işi hepimiz adına yapıyor. Üstelik avm’de dolaşan şortlu gençler gözüme batmıyorken ben haddimi bilirim arkadaş! Sadece film beni üzdü. Sonra düşündürdü. Ve bu yazıyı yazmama sebep oldu.
Filmde herkes birbirini aldatıyor!
Herkes birbirine yalan söylüyor!
Karısına, kocasına, arkadaşına...
Ve herkes bu yalanlara maruz kaldığından habersiz, başka yalanların mimarı olmaktan utanmadan hayatına devam ediyor.
Yahu cidden herkes böyle mi?
Hepimiz birbirimize yalan mı söylüyoruz?
Gerçekten bittik mi biz ? Bu sanal hayatların birer oyuncusu, telefonlarımızın esiri, tüm gerçek duyguların katili miyiz?
Filmi anlatmak ya da eleştiri yapmak niyetinde değilim zira çok zarif görselleri olan  bir filmdi. Kaldı ki haddime değil.
Söylemek istediğim, aslında hissettiğim şu ki içinde bulunduğumuz zaman en kötü olanı ve daha da kötü olanlarına şahit olacağız. Böyle giderse..
Üzüldüm.
Sanki az üzülürmüşüm gibi...
Elli  yıl önce doğmak isteyenler burada mı?
Her yer kirli geliyor şimdilerde…
En beteri de bu sahnede benim de rolüm var.
“Gözde, doğruyu söyle..Bak bari bunu söyle... Yoksa aldattın mıı??”
Allah senin tependen bakmasın e mi? 
Yine de seviliyorsun tatlı okuyucum. 


Sevdiğin  tarafından sevilmemek tanıdık hikayedir. 
Asıl yıkım sevildiğini zannettiğin yerde bir izinin olmadığını fark etmektir.
İşte bu yüzden bazı insanlar “kabuğuna çekilmeye” yatkındır.


Her neyse, siz kötülüğe yalana dolana bakın ama görmeyin  olur  mu?
Ben de film deyip geçeyim.
Tamam anlaştık:)


Sevmenin ve sevilmenin  ne anlama geldiğini bilmeden buralardan gitmemeniz dileğiyle.

Kalbinizdeki size döndürülecektir ,illa ki ve her daim ...


Sevgiler...









24 Ağustos 2019 Cumartesi

Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekir.

Oldum olası aramı iyi tutamadım yaz ile. Başlangıçlar, vedalar bir dolu sıkıntı. 
Sen sevmedikçe yerleşir.
Önce Haziran.
Temmuz Ağustos...
Neyse ne, bazen tesadüfe şans tanımak lazım, anlam arama telaşı yorucudur.
“Eylül’e bel bağlayanlar derneği”  bu sene de kalabalık. 
Eylül de yoruldu üstelik, her sene aynı beklentileri yüklenmek kolay mı..
Allah herkesin gönlüne göre versin der konuyu kapatırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Çabaladıklarının neticelerini...
Sen inanmadıkça yerleşir.
Önce Eylül.
Ekim,Kasım...
Bu aralar gündem malum.
Gündem çok tanıdık.
Şiddet... Ölüm... Kadın... Çocuk...
Yazarken bile zor.
Bir yerde bir ses yükselir uzaklaşırım. Kendimi bildim bileli. 
Sesli bir tip olmama rağmen. 
Kaldı ki bu yaşananlara maruz kalmak...
Bu yaşananları yaşatmak?
Yazarak anlatabilen biri olarak sözün bittiği yerdeyim , yılllarca bu konuda yazdım durdum ve tek kelime yazmak istemiyorum.
“Klavye kahramanlığından”  öteye gidemiyor gibi hissediyorum.
Allah yazdı ise bozsun...
Tek söyleyebileceğim , sevgisizlik ve cehaletin olduğu yerde her türlü kötülük vardır. 
Allah herkesin yaptıklarının bedelini ödetsin der konuyu kapatırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Yapılanların bedelini...
Sen tahammül ettikçe yerleşir.
Önce Aralık.
Ocak,Şubat...
Hayatınızdaki insanların genelini bir düşünün bakalım tatlı kalpliler...
Vicdanı bütün ruh sağlığı yerinde bir çoğunluk görüyor musunuz?
Söyledikleri ile yaptıkları denk insanlar mı hepsi?
Sizi seviyorlar mı?
Peki ya siz?
Heh işte asıl güzellik burada.
Allah herkese güzellikler nasip etsin der yazımı sonlandırırım.
Sonuçta ve illa ki bir yerde Allah’a bırakmak gerekmiyor mu?
Hak edilenlerin verilmesini...
Sen güneş oldukça yerleşir.
Önce Mart.
Nisan, Mayıs...

Kolay değil sevgili okuyucu.
Kolay olsa bilirdik.

Sevgi ile ama illa ki tekrar görüşmek üzere...

Hoş geldin Eylül...




12 Ağustos 2019 Pazartesi

Herkes elindeki köfteyi yavaşça yerine bıraksın. Bu bir bayram yazısıdır.

Kurban Bayramı önce dedeme sonra anneanneme veda ettikten sonra önemini yitirdi benim için. 
Eskiden kurban bağışı kavramı yaygın değildi , kurban pazarına gider kendi işini kendin hallederdin. Bu kısım dedemdeydi.
Şimdi hayvan hakları savunucuları “kendi işinizi  nasıl hallederdiniz,  koyuna ne şekilde eziyet ediyordunuz!?” diye soracaktır. Kasaplar efendim, bu iş için kasaplarla iş birliği yapılırdı. Belki sizlerin büyükleri de tecrübe etmiştir. Sormak bedava, dinlemek de ... 
Beşiktaş’taki evde bir telaş, bu kısmı hikayeleştirmek ve sizleri sıkmak istemem. Anneannemin öncülüğünde kurban işi helalinden,  en olması gerektiği gibi ve en temiz şekilde sonlanır kahvaltıya geçilirdi.
Kavurma kokusunu her çocuk gibi ben de sevmezdim. 
Anneannem bana yumurta yapardı.
Bugün hala haşlanmış yumurta sevmem çünkü bir Allah’ın kulu o yumurtayı anneannem gibi haşlayıp servis edemez. Bir insan bir yumurtaya ne söyler de o kadar güzel haşlar? 
Kurban Bayramı, Beşiktaş’taki eve veda ettikten sonra güzelliği yitirdi benim için.
Şimdilerde kurban katliamdır deniyor. Öncelikle şunu düzeltelim kurban ibadettir.
Tüm şartlar yerine getirildikten sonra ihtiyaç sahiplerinin et yemelerine vesile olmak çok hayırlıdır.
İnancı olup da içi el vermeyen de istediği gibi bağış yapabilir.

Hayatta iki soruyu iyi benimsemek lazım.
Bana ne? Sana ne?

Bu ülkede inanan insanlar , inanıyor gibi görünenlerin yarattığı kötü imaj yüzünden her gün hakarete uğruyor. Ben bu duruma çok içerliyorum. Neredeyse “inançsızlık” “ahlaki” olan gibi sunulmuş halde.
Geçmişi hatırlayın lütfen.
Herkesin bir anneanne hikayesi dede anısı vardır eminim.
Buna da mı saygınız kalmadı?
Her neyse... Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi kırıcı olmamaya gönüllüyüm hele bu bayram günü. 

Hayvanları düşünen önündeki köfteyi yemesin. 
Bu size hakaret hakkı tanımaz yine de savunduğunuz şeyin sizdeki yansımasını görmüş oluruz.

Ameller niyetlere göredir.

Anneanne , dede.. 
Biraz daha ittirelim be Can’larım çok az daha...
Sizi seviyorum.
Hem de hiç ayırmadan. 
Tıpkı sizin gibi.

Adil.



Not:  Bir önceki yazımı sadece blogta yayınlama kararı aldım. Bir sürü mesaj geldi.
Yahu beni ben bile bu kadar ciddiye almıyorum.  
Ben iyiyim!
Unutmayın ki bu topraklar üzerinde bir Gülben’e bir de bana hiçbir şey olmaz.

Acayip iyiyim. Ve çok daha iyi olacağım.

Bu benim hassas okuyucum için burada dursun. İlerde “daha iyi olacağım” kısmında yıkacağız buraları.

Sıcak denizlere ulaştım tekrar.

Siz hala o tünelde takılıp kalacağımı mı sandınız?


Sevgimle... 

Mutlu Bayramlar.